POLEMİK

kara mecmuA'dan Erkan

AN kara fanzin'den Batur Özdinç

KENTTEN KAÇIŞ METAFORU OLARAK "ANARŞİZM"VE(YA)
İÇE-KAPANIK CEMAATÇİLİĞİN MEŞRULAŞTIRILMASI

Batur Özdinç

Leküm anarşiküm veliye anarşi... (1)


Klişeleşmiş aforizmalarından birinde "Din halkların afyonudur" demişti Marx, "ancak kalpsiz dünyanın kalbidir." Batıda son yıllarda hızla yükselen anarşist hareket için de benzeri sözcükleri kullanabiliriz gibime geliyor. "Gelişmiş" kapitalist ülkelerdeki anarşist hareket, kalpsiz kapitalist batının kalbidir.

Batıyla doğu arasına kalınca bir çizgi koymuyorum, böyle bir çizgi zaten var. Özel olarak "küreselleşen" kapitalizme karşı çıkmayı anlamsız bulanlar, bu topraklardaki ekonomik krizin son TC hükümetince "kotarıldığını" zannedecek kadar saflar mı yoksa? Ladinci güçlerin 11 Eylül saldırısı batı kapitalizmine başkaldırının trajik bir dışavurumuydu, "aklı-başında" ekonomistlerin son yıllarda dillendiregeldikleri "core-periphery" (merkez-çeper) teorilerinin doğrulanması birazcık da. Kapitalizme "merkez"den karşı çıkışı ifade eden biçimiyle anarşizm, toplumsal radikalizmin sesi olmanın ötesinde "geniş toplum kesimleri"ne yayılmayı becerebildiği ölçüde yaygınlaşacak; işçicilik oynamadan, reformizme bulaşmadan ve entellektüelizme sapmadan. Profesyonelleşmediği sürece sendikalarda olmalıyız, kapitalistleşmediği sürece STKlarda ve eylemenin önünü tıkamadığı sürece sonsuza kadar teori üretmeliyiz.

Bu "biz", bir bütün olarak doğulu-batılı tüm dünya anarşistlerine yönelik bir retorik özünde. İlginçtir, "mainstream" ve alternatif medya yoluyla seslerini duyabildiğimiz "batılılar", bize, bizim meselelerimize bizden daha ilgiliyken, biz "doğulular" çoğu zaman kendi dar kalıplarımızın teorik illüzyonunda ya da kendi kurgularımızın pastoral rüyalarında yaşamayı tercih edebiliyoruz. Kırsal yaşamın erişilmez anarşist bir metafor olarak vurgulanıp durması, komün tozuna bulandırılmış cemaatçiliğin meşru gösterilmeye çalışılması iyi hoş da, anarşizmin bir mücadele, bir isyan, bir devrim geleneği olduğunu savunanların sesi gümbürtüye kurban oluyor. Gümbürtü, özü itibariyle yaratıcı bir eyleme biçimi de olabilir ama bu öyle bir "gümbürtü" ki, primitivistler, mistikler ve cemaatçilerin sesini duyabiliyoruz sadece. Ve söz konusu "egemen" anarşist söylem bu topraklara yayıldıkça, isyanın sesinin megafonik yankısından ziyade bir kaçış söylemine dönüşüyor anarşizm. Tüm bu tartışmalar bağlamında bana sorarsanız, anarşizmin kahrolası bir toplumsal muhalefet hareketi olabilmesi için, kendisine yeni bir cemaat kurmaktansa, bir yıkım ve başkaldırı hareketi olarak örgütlenmesi daha yeğdir.

Bu ya da başka dünyada cennete inanmıyorum, kentte cennet olmadığı gibi kırda olduğuna da. "Aklı karışık" (veya "cool") amorf burjuvazinin bıkkınlığının ifadesi ya da kültürel ve yaşamsal uyumsuzluğun dışavurumu olarak kentten kaçış, bu toplumun kendisinden kaçışın birebir yansıması olarak karşımıza çıkıyor. Bizden iyisi yok! Bu ben-merkezci söylem, kendisinden menkul bütün toplum, grup ve ideolojilerin binlerce yıllık söyleminden fazlası değil; ve biz bu söyleme kendimiz de inanmaya başladığımız sürece diğerlerinden farkımız kalmayacak.

Bizi biz yapan temel farklılığımız, olsa olsa diğerlerini kendimize benzetmeye çalışmamamız ve başkalarına benzemeye çalışmamamız olabilir. Yine de bizler sonsuza kadar onlarla birlikte yaşayacağız; onlarla birlikte yaşamaktan başka şansımız yok ve yaşamalıyız da. Çünkü sonuçta biz -şu an için çok zayıf olsak da- toplumsal muhalefeti oluşturan sayısız güçten yalnızca biriyiz ve tarih tüm bu güçlerin bileşkesi doğrultusunda ilerleyecektir. (2)

1) Muhammed Mustafa, Kafirun Suresi - 6. ayetten (Leküm diniküm veliye din) değiştirilerek alıntı; "Benim anarşim bana, sizin anarşiniz size..."
2) Errico Malatesta

 

KENTTEN KAÇIN!

Erkan

Ankara'daki bir grup anarşist tarafından çıkarılan AN-kara adlı fanzinin, Aralık 2001 tarihli son sayısında Batur Özdinç imzalı bir yazı vardı. Yazının başlığı neredeyse kendisinden uzun: Kentten Kaçış Metaforu Olarak "Anarşizm" ve(ya) İçe-Kapanık Cemaatçiliğin Meşrulaştırılması. Herkesin anarşistliğinin kendisine ait olduğu gibi bir ön savla başlayıp, her şeye rağmen mecburen birlikteyiz, eh o zaman birlik beraberlik mesajı verelimle sona eren yazıda, saydım tam sekiz yerinde itiraz etmişim. Anarşizme dair fikir üreten, bir A4'lük bir yazıya bu kadar itiraz; bana da tuhaf geldi. Okumakta olduğunuz bu yazı, reaksiyoner duygularla yazılmış bir polemik yazısı. Ama daha özünde, Batur Özdinç'in yazısını kullanarak kendi fikrimin gümbürtüsünü arttırma gayelerimden dolayı pragmatist bir yazı.

"Gelişmiş" kapitalist ülkelerdeki anarşist hareket, kalpsiz kapitalist batının kalbidir. Henüz ilk paragraftayız. Yazının ilerleyen kısımlarında, anarşizmin kahrolası bir toplumsal muhalefet hareketi olabilmesi için, diye niyet belirtilince 'kapitalizmin vicdanı' olma fikri bir miktar anlaşılabiliyor. Batur Özdinç'in anladığı anarşizm, toplum içerisinde çeşitli kanalları kullanarak yaygınlaşan, sistemden şikayetçileri örgütleyen ve bu yolla politik-ekonomik iktidara karşı çıkan geniş çaplı bir muhalefet olabilmek. Ve bu muhalefet hareketi bir yandan da kapitalizmin iyicil yanını temsil ediyor. 'Toplumsal muhalefet' kavramı diğer tüm politik literatürlerde, iktidara gelebilmeyi veya bir biçimde etki ederek isteklerini kabul ettirmeyi amaçlayan hareketleri tanımlamakta kullanılıyor. Onun bu düşünceyle yazmadığını varsayıyorum, çünkü bu sözün hemen ardından bu hareketin olabilmesi için, kendisine yeni bir cemaat kurmaktansa, bir yıkım ve başkaldırı hareketi olarak örgütlenmesi daha yeğdir, diyebiliyor. Doğrusu pek görülmüş şey değil, bir toplumsal muhalefet hareketinin yıkım ve başkaldırı hareketi olduğu. Onun örnekleri batıdan, bende oradan devam edeyim.
Mesela ABD'de, kimdir 'toplumsal muhalifler'? Siyahlar. Evet; çeşitli zamanlarda yıkıcı, isyankâr eylemler geliştirmişler. Bu eylemler genellikle anlık biçimde gelişiyor ve süreklilik arz etmiyor. Siyah olmak gibi doğuştan gelen bir kimliğe dayalı bu hareket, ABD iktidarı için devamlı surette potansiyel bir tehlike. Bütün yıkıcı gücüne ve zor zapt edilir haline rağmen siyah hareketinin istediği, sonuçta ne? Siyahların beyazlarla aynı haklara sahip olması. Beyazlar kadar mülkiyete sahip olabilmek, aynı işlere girip aynı değerde emeklerini satabilmek, polisten dayak yememek, baskı görmemek vs. Bu talepler Amerikan sistemi içerisinde gerçekleştirilebilir şeyler. Nitekim siyah hareketinin başlangıcından günümüze kadar bunların çoğu hayata geçirilmiş. Bu tek bilinmeyenli toplumsal muhalefet denkleminde x değişkeninin yerine istediğimizi koyabiliriz: yeşil hareketi, öğrenci hareketi, işçi hareketi, kadın hareketi, din-mezhep hareketleri, etnik hareketler... Ülkenin koşullarına göre çatışma düzeyi farklılık gösterebilir, ancak sonuçta hepsinin isteklerini kapitalizm kendi sınırlarında çözebilir. Hepsi bir yönden eşitsizliğe karşı çıkışıyla kapitalizme bir iyicilliği hatırlatıyor. Anarşistler, tüm kategorilerdeki eşitsizliğe karşı çıkışlarıyla daha fazlasını hatırlatıyor olabilirler. Peki onların özgürlük isteğini kapitalizm çözebilir mi? Sanırım anarşizm, bir anayasal hak hareketinden daha fazlasını istemekte.
İktidarı etkilemenin ötesinde, iktidara gelebilme amacına sahip sosyalizm, faşizm, fundamentalizm gibi ideolojilerin sıklıkla vurguladığı toplumsal muhalefet hareketleri de daha fazlasını isteyenlerden. Amaçlarına ulaştıracak her tür aracı kullanabileceklerini baştan kabul eden bu görüşler için zaten sorun yok. Politika bütün olumlu/olumsuz çağrışımlarıyla mubah ve muteber bir nesne. Takiye serbest. Bir sosyalist her fırsatta toplumsal çelişkilerin devrim sonrası çözüleceğini belirtirken öğrenciler içinde örgütlenip eğitimin ücretsiz olmasını, üniversitelerin özerk-demokratik hale gelmesini talep edebilir. Ciddi ciddi de toplumsal muhalif olabilir. Bu istekleri yerine gelse yetineceğinden değildir istemesi; bir biçimde politika üretme gayreti, kitle çalışması yapabilme çabası, çoğalma derdi.
Politik hedeflere kilitlenmiş bir mantık için metodoloji sorunu ortadan kalkar. Önce bir güzel amaçlar tespit edilir, bunlara uygun araçlar seçilir. Her ne hikmetse, bütün toplumsal teoriler ve tasarımlar bu teamülü izlerler. Öyle ki bu toplumsal teori, ikide bir araç-amaç diye bir ayrımı tanımadığını iddia eden anarşizmin adına bile yapılsa, genel tasarımlar üretme maksadıyla politikalara bulaşıldığı an düşülen çıkmaz aynı oluyor. Kapitalizme "merkez"den karşı çıkışı ifade eden biçimiyle anarşizm, toplumsal radikalizmin sesi olmanın ötesinde "geniş toplum kesimleri"ne yayılmayı becerebildiği ölçüde yaygınlaşacak; işçicilik oynamadan, reformizme bulaşmadan ve entellektüelizme sapmadan. Profesyonelleşmediği sürece sendikalarda olmalıyız, kapitalistleşmediği sürece STKlarda ve eylemenin önünü tıkamadığı sürece sonsuza kadar teori üretmeliyiz. Hedef açık: geniş toplum kesimlerine yayılmak. Bu nasıl yapılacak? İşçicilik yapmadan işçi peşine düştüğümüz sendikada. Bu anarşistlerin kurduğu ve içinden tüm yaşamın örgütlenmesinin savunulduğu bir anarko sendika mı? Yok henüz profesyonelleşmemiş (hadi bu da benden olsun; 'sarı sendikacılara' kaptırılmamış) biçimde varolan sendikalarda kitlelere bilinç taşıyarak. Böyle bir yer var mı? Olsun, bir aramakta fayda var. İnsanlar sivil toplum kuruluşlarında anayasal hakları için mi birikiyorlar? İşte anarşi için uygun kitle. Hadi orada da faaliyet. Aman dikkat; reformizme bulaşılmayacak, kapitalistleşilmediği sürece orada kalınacak. Reformizm talep etmeyen bir insan hakları, tüketici hakları, etrafçılık (pardon, çevrecilik) örgütlenmesi olabilir mi? Sahi, bu sivil toplum denen meret, kapitalizmin son bölümlerinde ortaya çıkan ve onun 'vahşi' ön takısını attırıp, 'sosyal devlet' kavramının ortaya çıkmasını sağlayan şey değil miydi? Devletin ortadan kalkmasını savunanlar, şimdi devletin sosyalleşmesini ve zulmün şekil değiştirerek devamından mı yanalar? Yoksa her şeyin farkındayız da, kitleleri mi kandırmaya çalışıyoruz?

İlginçtir, "mainstream" ve alternatif medya yoluyla seslerini duyabildiğimiz "batılılar", bize, bizim meselelerimize bizden daha ilgiliyken, biz "doğulular" çoğu zaman kendi dar kalıplarımızın pastoral rüyalarında yaşamayı tercih edebiliyoruz. Kurgusal tüm genellemelerin trajik sonu. Koca koca ayrıntılar gözden kaçıyor. Kimdir bu "batılılar"? "Doğulular" nerede başlar, nerede biter? Batur Özdinç bize cemaatçiliğin yanlış olduğunu öğütlerken nereli kafasıyla düşünmektedir? Bunlar bir yana, batılıların bizim meselelerimizle bizden ilgili olmaları sevindirici bir gelişme midir? Birinin benim meselemle benden daha ilgili olması, gayet pirelendirici bir durum. Bu, en safiyane yorumla o kişinin benden bir beklentisi olduğu anlamına gelir. Sosyalistler bunu "halka rağmen, halkı düşünerek" ama sonuçta iktidara gelebilmek adına yaparlar, kapitalistler ise nasıl daha fazla kâr edebileceklerinin yılsonu kesin hesaplarını çıkarabilmek için. Anarşistler nasıl yapar tam idrak edemedim. "Kendi dar kalıplarımızın pastoral rüyaları" lafıysa bir müslümanın Allah'ına sövmekten beter. Anarşistlerin tamamen kendilerine ait kurguları ve özgürlük kadar dar kalıpları vardır. Tüm dünya onlara karşı çıkar, engellemeye çalışır, olmadı alay ederken onlar kurgularını hemen hayata geçirmenin derdindedirler. Hem bu kurgular hiç de öyle robotlar tarafından işlerin görüldüğü, metal ve plastik çöplüğüne dönmüş bir dünyaya dair değil, oldukça minimalist, doğaya dönük ve pastoraldir. Benim, başkaları tarafından kurulmuş ütopyalarım yok. Tamamen kendime ait rüyalarım var.

"Kırsal yaşamın erişilmez anarşist bir metafor olarak vurgulanıp durması, komün tozuna bulandırılmış cemaatçiliğin meşru gösterilmeye çalışılması iyi hoş da, anarşizmin bir mücadele, bir isyan, bir devrim geleneği olduğunu savunanların sesi gümbürtüye kurban oluyor. (...) bu öyle bir "gümbürtü" ki, primitivistler, mistikler ve cemaatçilerin sesinin duyabiliyoruz sadece. Ve söz konusu "egemen" anarşist söylem bu topraklara yayıldıkça, isyanın sesinin megafonik yankısından ziyade bir kaçış söylemine dönüşüyor anarşizm." Tespit, tespit üstüne.
Tespit 1- Kırsal yaşam erişilmezdir.
Tespit 2- Cemaatçilik komün tozuna bulanıp pazarlanmaya çalışılıyor.
Tespit 3- Cemaatçilik gayri meşrudur.
Tespit 4- Kırsal yaşam ve cemaati savunanların mücadele, isyan ve devrimle alakaları yoktur. Söylemleri kaçış üstünedir.
Tespit 5- Mücadele, isyan ve devrimi savunan 'gerçek' anarşistlerin sesi, bu ilgisiz, kaçak tipler tarafından bastırılmaktadır.
Tespit 6- Primitivistler, mistikler ve cemaatçiler Misak-ı Milli sathında yaygara koparıyorlar. Sokaktaki adam onları konuşuyor.

Bir yanımla bu üsluba karşı tartışmamak gerektiğini düşünüyorsam da, beklentisiz bir çabayla belki bir yanlış fark edilir diye içeriğe dair sözler etmek istiyorum. Canım sıkılıyor.
Kırsal yaşam öyle bir erişilebilirdir ki, Batur Özdinç bu yazıyı yazmadan önce pek beğendiği "batılı" anarşistlerin kır komünü deneyimlerini biraz incelese tezinin yanlışlığına kâni olurdu. Örnekleri, Macaristan'dan ABD'ye, İsveç'ten Japonya'ya kadar uzanan bu deneyler kaldı ki, hiç yaşanmamış olsalar ne değişirdi? Yeni bir yaşam yaratma arzusuyla tamamen özgürlükçü temellere dayanan bu projelere "erişilmez metafor" diye yaklaşmak, "anarşi mümkün değildir" önermesini yapanların dili kadar çirkin. Ne zamandan beri anarşistlerin işi imkansızları isteyip yapmak yerine, gerçekçi olmak?
Mukabele 1- En-el hak, en-el halîk. Hiçbir şey erişilmez değildir.

Hangi koşullarda bir anarşist, başka bir anarşistin anarşiye dair oluşturmaya çalıştığı bir fikri gayri meşru görür, pazarlamacılıkla suçlar? Ya o fikri 'kapitalizmin ajanı' olarak görürsün ve 'anarşist saflarda bölücülük yaptığını' düşünürsün ya da politik bir söylemin vardır ve diğer fikir senin durduğun politik zemini tehdit etmektedir. Cemaat sözcüğü yeni Türkçe'de "topluluk" ile anlamdaş, İngilizce'deki karşılığı ise "communty". Yani cemaatin komünle tozuna bulanmaktan daha öte bir ilişkisi var.
Anarşist düşünce tarihi iki ana damardan, 'birey' ve 'toplum' kökenli fikirlerden beslenmekte. Cemaat (topluluk) fikriyse birey-toplum ekseninin orta noktalarına denk düşüyor ve her iki kanaldan da bazı unsurları içinde taşıyor. En kaba haliyle, birbirine duygu ve düşünce anlamında benzeyen ve ortak ilkeleri esas alan insanların, yardımlaşma ve dayanışma temelinde yaşam birlikleri kurması. Hepsinin tek tek varoluşunun çevresi çizilmiş bir birliktelik içinde yeni bir varoluş yaratması. Değişimi kendilerinden başlatanların, değişimi dokunabilme mesafesindekilere yayması. Cemaatçilik bireyci, ama bu kişisel kurtuluşu savunma anlamında değil, insan tekinin kendi kafasıyla düşünebilmesi ve 'kendi' olarak olabilmesi manâsında. Cemaatçilik toplumcu, ama bu yüzünü bile görmediği insanlara dair tasarı üretmek değil, kendi topluluğunu seçebilmek ve yeniden yaratmak anlamında.
Mukabele 2- Özgürlüğe dair üretilmiş hiçbir fikir gayrı meşru değildir.

Şu "Mücadele, İsyan, Devrim Nasıl Yapılır?" el kitabının yeni baskısı yapılsa da cümle alem bu işin sırrına erse. Okuyup da anlatanların yalancısıyım, bu kitaba göre: insan hakları derneğinde hak aramak mücadele etme, yardımlaşma temelinde cemaat oluşturma mücadele etmeme; sendikada toplanmak isyan, reddedip terk etme isyan değil; iktidarı etkilemeye yönelik toplumsal muhalefet hareketi olmak devrim yapmak, yeni bir yaşam kurmaya çalışmak devrim değil!
Aslında Batur Özdinç kendi kendine mukabelesini yaptığından ayrıca bir şey söylemek gereksiz. Yazının az ilerisinde şunu söylüyor: "Bizden iyisi yok!" Bu ben merkezci söylem, kendisinden menkul bütün toplum, grup ve ideolojilerin binlerce yıllık söyleminden fazlası değil; ve biz bu söyleme kendimiz de inanmaya başladığımız sürece diğerlerinden farkımız kalmayacak. Tamamen katılıyorum. Dünya bizim etrafımızda dönmüyor. "Benim yaptığım isyandır, seninki değil" haddine hiç kimse sahip değil. Kendine anarşistim diyen herkesle birlikte olmak zorunluluğu olmadığı gibi, kimseyi anarşistlik dışı sayma hakkımız da yok.

"Aklı karışık" amorf burjuvazinin bıkkınlığının ya da kültürel ve yaşamsal uyumsuzluğun dışavurumu olarak kentten kaçış, bu toplumun kendisinden kaçışın birebir yansıması olarak karşımıza çıkıyor. El insaf. Neye laf edildiğini anlamak mümkün değil. Kişi olarak bir anarşistin kent dışı bir yaşamı tercih etmesi mi kastedilen, yoksa anarşistlerin en azından bir grup olarak kurduğu bir proje mi?
Diyelim ki ilki. Milyonlarca insanın göt göte yaşadığı, her sabah acı içinde kalkılarak emek satmaya gidildiği, her sabah ve her akşam saatlerce yol katedildiği, 'ne zaman deprem olacakta moloz ve demir yığını altında kalacağız' diye düşünüldüğü, kimin neyi varsa satarak vıcık vıcık bir pazarlamacılıkla varolabildiği, her gün karşılaştığı insanlarla konuşamadığı için sanal alemlerde insanlarla 'iletiştiği', cebinden para, kimlik ve cep telefonunun eksik olmadığı bir yaşamı reddetmek mi kötü olan? 'Kültürel ve yaşamsal uyum' mudur beklenilen? Bu koşullara 'uyum' sağlamayıp, kişisel de olsa çekip gitmenin mi karşısında duruluyor? İnsanlara nerede yaşamaları gerektiğini öğütlemek gibi bir densizlik yapmak değil niyetim, yalnızca nasıl isyan edileceğinin öğretilmesine isyan ediyorum.
Diyelim ki, kişisel tercihe değil, anarşist bir projeye dair ediliyor bu sözler. Ortada kamusal alana sunulmuş bir proje olmadığına göre varsayım üzerine konuşuyoruz. Kentte yaşamanın anlamları belli. Kendini sürekli yenileyen bir sistem, her an artan denetim ve gözetim, gösterinin de sonrasına geçmiş bir simülasyon toplumu. Toplumsal işbölümü adına birileri sen uyurken senin için sokakları süpürür, kahvaltıda yiyeceğin sucuklu yumurtanın danasını keser bir kasap, tavuğunun götüne ışık tutar bir işçi. Belki bir sendikaları bile vardır. Her şeyi birileri yapar senin için, senin de onlar için bir şey yapman karşılığında.
Bütün bu döngüden sıyrılmak isteyen -bazı- anarşistler, kentin dışında yaşam kuramazlar mı? Asla erişilmez olmasa da zor olduğu ortada. Kent yaşamının alışkanlıklarını değiştirme kendi başına bir sorunken, esas güçlük tüm bu üretim ve tüketim zincirinden kurtulabilmekte. Kentlerde insanların bir arada oluşlarını başlangıçta sağlayan, zamanla bir zorunluluk haline getiren temel olgu ekonomi olduğuna göre, kentten ayrılma projeleri yapılırken üzerinde kafa yorulacak ana konu da bu. Merakla beklemeyin. Söyleyeceğim yepyeni bir şey yok. Tarımla uğraşılsa bile tüm ihtiyaçların bir anda sağlanamayacağı ve -en azından bir süre daha- dışa bağımlı olunacağı aşikâr. Belki farklı iklim koşullarında yaşayan anarşist köylerin birbirleri arasında yapacağı takaslar bir nebze derde deva olabilir. Ama modern insanın endüstriyel tüketiciliğini hiçbir köy doyuramaz. Alışkanlıkların değişmesi, köy yaşamına ilişkin bilgi ve deneyim toplanması, her ayrıntıya fikir geliştirilmesi böylesi bir projenin başarılması için gerekiyor. Ama hepsinden öte gerçekten istenmesi lazım. İstekli insanların böyle bir projeye kalkışıp başaramamaları bile, anarşi için müthiş bir deneyim ve katkıdır. Kentten kaçmayı denemek bile, bunu şuursuz bir isyan olarak yapmak bile, her şeyin aynı şekilde devam edeceğini bildiğin bir yerde soluk almaktan iyidir.