KENTTEN
KAÇIŞ METAFORU OLARAK "ANARŞİZM"VE(YA)
İÇE-KAPANIK CEMAATÇİLİĞİN MEŞRULAŞTIRILMASI
Batur
Özdinç
Leküm anarşiküm
veliye anarşi... (1)
Klişeleşmiş aforizmalarından birinde "Din halkların afyonudur"
demişti Marx, "ancak kalpsiz dünyanın kalbidir." Batıda son
yıllarda hızla yükselen anarşist hareket için de benzeri sözcükleri kullanabiliriz
gibime geliyor. "Gelişmiş" kapitalist ülkelerdeki anarşist hareket,
kalpsiz kapitalist batının kalbidir.
Batıyla doğu
arasına kalınca bir çizgi koymuyorum, böyle bir çizgi zaten var. Özel
olarak "küreselleşen" kapitalizme karşı çıkmayı anlamsız bulanlar,
bu topraklardaki ekonomik krizin son TC hükümetince "kotarıldığını"
zannedecek kadar saflar mı yoksa? Ladinci güçlerin 11 Eylül saldırısı
batı kapitalizmine başkaldırının trajik bir dışavurumuydu, "aklı-başında"
ekonomistlerin son yıllarda dillendiregeldikleri "core-periphery"
(merkez-çeper) teorilerinin doğrulanması birazcık da. Kapitalizme "merkez"den
karşı çıkışı ifade eden biçimiyle anarşizm, toplumsal radikalizmin sesi
olmanın ötesinde "geniş toplum kesimleri"ne yayılmayı becerebildiği
ölçüde yaygınlaşacak; işçicilik oynamadan, reformizme bulaşmadan ve entellektüelizme
sapmadan. Profesyonelleşmediği sürece sendikalarda olmalıyız, kapitalistleşmediği
sürece STKlarda ve eylemenin önünü tıkamadığı sürece sonsuza kadar teori
üretmeliyiz.
Bu "biz",
bir bütün olarak doğulu-batılı tüm dünya anarşistlerine yönelik bir retorik
özünde. İlginçtir, "mainstream" ve alternatif medya yoluyla
seslerini duyabildiğimiz "batılılar", bize, bizim meselelerimize
bizden daha ilgiliyken, biz "doğulular" çoğu zaman kendi dar
kalıplarımızın teorik illüzyonunda ya da kendi kurgularımızın pastoral
rüyalarında yaşamayı tercih edebiliyoruz. Kırsal yaşamın erişilmez anarşist
bir metafor olarak vurgulanıp durması, komün tozuna bulandırılmış cemaatçiliğin
meşru gösterilmeye çalışılması iyi hoş da, anarşizmin bir mücadele, bir
isyan, bir devrim geleneği olduğunu savunanların sesi gümbürtüye kurban
oluyor. Gümbürtü, özü itibariyle yaratıcı bir eyleme biçimi de olabilir
ama bu öyle bir "gümbürtü" ki, primitivistler, mistikler ve
cemaatçilerin sesini duyabiliyoruz sadece. Ve söz konusu "egemen"
anarşist söylem bu topraklara yayıldıkça, isyanın sesinin megafonik yankısından
ziyade bir kaçış söylemine dönüşüyor anarşizm. Tüm bu tartışmalar bağlamında
bana sorarsanız, anarşizmin kahrolası bir toplumsal muhalefet hareketi
olabilmesi için, kendisine yeni bir cemaat kurmaktansa, bir yıkım ve başkaldırı
hareketi olarak örgütlenmesi daha yeğdir.
Bu ya da
başka dünyada cennete inanmıyorum, kentte cennet olmadığı gibi kırda olduğuna
da. "Aklı karışık" (veya "cool") amorf burjuvazinin
bıkkınlığının ifadesi ya da kültürel ve yaşamsal uyumsuzluğun dışavurumu
olarak kentten kaçış, bu toplumun kendisinden kaçışın birebir yansıması
olarak karşımıza çıkıyor. Bizden iyisi yok! Bu ben-merkezci söylem, kendisinden
menkul bütün toplum, grup ve ideolojilerin binlerce yıllık söyleminden
fazlası değil; ve biz bu söyleme kendimiz de inanmaya başladığımız sürece
diğerlerinden farkımız kalmayacak.
Bizi biz
yapan temel farklılığımız, olsa olsa diğerlerini kendimize benzetmeye
çalışmamamız ve başkalarına benzemeye çalışmamamız olabilir. Yine de bizler
sonsuza kadar onlarla birlikte yaşayacağız; onlarla birlikte yaşamaktan
başka şansımız yok ve yaşamalıyız da. Çünkü sonuçta biz -şu an için çok
zayıf olsak da- toplumsal muhalefeti oluşturan sayısız güçten yalnızca
biriyiz ve tarih tüm bu güçlerin bileşkesi doğrultusunda ilerleyecektir.
(2)
1) Muhammed
Mustafa, Kafirun Suresi - 6. ayetten (Leküm diniküm veliye din) değiştirilerek
alıntı; "Benim anarşim bana, sizin anarşiniz size..."
2) Errico Malatesta
|
KENTTEN
KAÇIN!
Erkan
Ankara'daki bir grup
anarşist tarafından çıkarılan AN-kara adlı fanzinin, Aralık 2001 tarihli
son sayısında Batur Özdinç imzalı bir yazı vardı. Yazının başlığı neredeyse
kendisinden uzun: Kentten Kaçış Metaforu Olarak "Anarşizm" ve(ya)
İçe-Kapanık Cemaatçiliğin Meşrulaştırılması. Herkesin anarşistliğinin
kendisine ait olduğu gibi bir ön savla başlayıp, her şeye rağmen mecburen
birlikteyiz, eh o zaman birlik beraberlik mesajı verelimle sona eren yazıda,
saydım tam sekiz yerinde itiraz etmişim. Anarşizme dair fikir üreten,
bir A4'lük bir yazıya bu kadar itiraz; bana da tuhaf geldi. Okumakta olduğunuz
bu yazı, reaksiyoner duygularla yazılmış bir polemik yazısı. Ama daha
özünde, Batur Özdinç'in yazısını kullanarak kendi fikrimin gümbürtüsünü
arttırma gayelerimden dolayı pragmatist bir yazı.
"Gelişmiş"
kapitalist ülkelerdeki anarşist hareket, kalpsiz kapitalist batının kalbidir.
Henüz ilk paragraftayız. Yazının ilerleyen kısımlarında, anarşizmin kahrolası
bir toplumsal muhalefet hareketi olabilmesi için, diye niyet belirtilince
'kapitalizmin vicdanı' olma fikri bir miktar anlaşılabiliyor. Batur Özdinç'in
anladığı anarşizm, toplum içerisinde çeşitli kanalları kullanarak yaygınlaşan,
sistemden şikayetçileri örgütleyen ve bu yolla politik-ekonomik iktidara
karşı çıkan geniş çaplı bir muhalefet olabilmek. Ve bu muhalefet hareketi
bir yandan da kapitalizmin iyicil yanını temsil ediyor. 'Toplumsal muhalefet'
kavramı diğer tüm politik literatürlerde, iktidara gelebilmeyi veya bir
biçimde etki ederek isteklerini kabul ettirmeyi amaçlayan hareketleri
tanımlamakta kullanılıyor. Onun bu düşünceyle yazmadığını varsayıyorum,
çünkü bu sözün hemen ardından bu hareketin olabilmesi için, kendisine
yeni bir cemaat kurmaktansa, bir yıkım ve başkaldırı hareketi olarak örgütlenmesi
daha yeğdir, diyebiliyor. Doğrusu pek görülmüş şey değil, bir toplumsal
muhalefet hareketinin yıkım ve başkaldırı hareketi olduğu. Onun örnekleri
batıdan, bende oradan devam edeyim.
Mesela ABD'de, kimdir 'toplumsal muhalifler'? Siyahlar. Evet; çeşitli
zamanlarda yıkıcı, isyankâr eylemler geliştirmişler. Bu eylemler genellikle
anlık biçimde gelişiyor ve süreklilik arz etmiyor. Siyah olmak gibi doğuştan
gelen bir kimliğe dayalı bu hareket, ABD iktidarı için devamlı surette
potansiyel bir tehlike. Bütün yıkıcı gücüne ve zor zapt edilir haline
rağmen siyah hareketinin istediği, sonuçta ne? Siyahların beyazlarla aynı
haklara sahip olması. Beyazlar kadar mülkiyete sahip olabilmek, aynı işlere
girip aynı değerde emeklerini satabilmek, polisten dayak yememek, baskı
görmemek vs. Bu talepler Amerikan sistemi içerisinde gerçekleştirilebilir
şeyler. Nitekim siyah hareketinin başlangıcından günümüze kadar bunların
çoğu hayata geçirilmiş. Bu tek bilinmeyenli toplumsal muhalefet denkleminde
x değişkeninin yerine istediğimizi koyabiliriz: yeşil hareketi, öğrenci
hareketi, işçi hareketi, kadın hareketi, din-mezhep hareketleri, etnik
hareketler... Ülkenin koşullarına göre çatışma düzeyi farklılık gösterebilir,
ancak sonuçta hepsinin isteklerini kapitalizm kendi sınırlarında çözebilir.
Hepsi bir yönden eşitsizliğe karşı çıkışıyla kapitalizme bir iyicilliği
hatırlatıyor. Anarşistler, tüm kategorilerdeki eşitsizliğe karşı çıkışlarıyla
daha fazlasını hatırlatıyor olabilirler. Peki onların özgürlük isteğini
kapitalizm çözebilir mi? Sanırım anarşizm, bir anayasal hak hareketinden
daha fazlasını istemekte.
İktidarı etkilemenin ötesinde, iktidara gelebilme amacına sahip sosyalizm,
faşizm, fundamentalizm gibi ideolojilerin sıklıkla vurguladığı toplumsal
muhalefet hareketleri de daha fazlasını isteyenlerden. Amaçlarına ulaştıracak
her tür aracı kullanabileceklerini baştan kabul eden bu görüşler için
zaten sorun yok. Politika bütün olumlu/olumsuz çağrışımlarıyla mubah ve
muteber bir nesne. Takiye serbest. Bir sosyalist her fırsatta toplumsal
çelişkilerin devrim sonrası çözüleceğini belirtirken öğrenciler içinde
örgütlenip eğitimin ücretsiz olmasını, üniversitelerin özerk-demokratik
hale gelmesini talep edebilir. Ciddi ciddi de toplumsal muhalif olabilir.
Bu istekleri yerine gelse yetineceğinden değildir istemesi; bir biçimde
politika üretme gayreti, kitle çalışması yapabilme çabası, çoğalma derdi.
Politik hedeflere kilitlenmiş bir mantık için metodoloji sorunu ortadan
kalkar. Önce bir güzel amaçlar tespit edilir, bunlara uygun araçlar seçilir.
Her ne hikmetse, bütün toplumsal teoriler ve tasarımlar bu teamülü izlerler.
Öyle ki bu toplumsal teori, ikide bir araç-amaç diye bir ayrımı tanımadığını
iddia eden anarşizmin adına bile yapılsa, genel tasarımlar üretme maksadıyla
politikalara bulaşıldığı an düşülen çıkmaz aynı oluyor. Kapitalizme "merkez"den
karşı çıkışı ifade eden biçimiyle anarşizm, toplumsal radikalizmin sesi
olmanın ötesinde "geniş toplum kesimleri"ne yayılmayı becerebildiği
ölçüde yaygınlaşacak; işçicilik oynamadan, reformizme bulaşmadan ve entellektüelizme
sapmadan. Profesyonelleşmediği sürece sendikalarda olmalıyız, kapitalistleşmediği
sürece STKlarda ve eylemenin önünü tıkamadığı sürece sonsuza kadar teori
üretmeliyiz. Hedef açık: geniş toplum kesimlerine yayılmak. Bu nasıl yapılacak?
İşçicilik yapmadan işçi peşine düştüğümüz sendikada. Bu anarşistlerin
kurduğu ve içinden tüm yaşamın örgütlenmesinin savunulduğu bir anarko
sendika mı? Yok henüz profesyonelleşmemiş (hadi bu da benden olsun; 'sarı
sendikacılara' kaptırılmamış) biçimde varolan sendikalarda kitlelere bilinç
taşıyarak. Böyle bir yer var mı? Olsun, bir aramakta fayda var. İnsanlar
sivil toplum kuruluşlarında anayasal hakları için mi birikiyorlar? İşte
anarşi için uygun kitle. Hadi orada da faaliyet. Aman dikkat; reformizme
bulaşılmayacak, kapitalistleşilmediği sürece orada kalınacak. Reformizm
talep etmeyen bir insan hakları, tüketici hakları, etrafçılık (pardon,
çevrecilik) örgütlenmesi olabilir mi? Sahi, bu sivil toplum denen meret,
kapitalizmin son bölümlerinde ortaya çıkan ve onun 'vahşi' ön takısını
attırıp, 'sosyal devlet' kavramının ortaya çıkmasını sağlayan şey değil
miydi? Devletin ortadan kalkmasını savunanlar, şimdi devletin sosyalleşmesini
ve zulmün şekil değiştirerek devamından mı yanalar? Yoksa her şeyin farkındayız
da, kitleleri mi kandırmaya çalışıyoruz?
İlginçtir, "mainstream"
ve alternatif medya yoluyla seslerini duyabildiğimiz "batılılar",
bize, bizim meselelerimize bizden daha ilgiliyken, biz "doğulular"
çoğu zaman kendi dar kalıplarımızın pastoral rüyalarında yaşamayı tercih
edebiliyoruz. Kurgusal tüm genellemelerin trajik sonu. Koca koca ayrıntılar
gözden kaçıyor. Kimdir bu "batılılar"? "Doğulular"
nerede başlar, nerede biter? Batur Özdinç bize cemaatçiliğin yanlış olduğunu
öğütlerken nereli kafasıyla düşünmektedir? Bunlar bir yana, batılıların
bizim meselelerimizle bizden ilgili olmaları sevindirici bir gelişme midir?
Birinin benim meselemle benden daha ilgili olması, gayet pirelendirici
bir durum. Bu, en safiyane yorumla o kişinin benden bir beklentisi olduğu
anlamına gelir. Sosyalistler bunu "halka rağmen, halkı düşünerek"
ama sonuçta iktidara gelebilmek adına yaparlar, kapitalistler ise nasıl
daha fazla kâr edebileceklerinin yılsonu kesin hesaplarını çıkarabilmek
için. Anarşistler nasıl yapar tam idrak edemedim. "Kendi dar kalıplarımızın
pastoral rüyaları" lafıysa bir müslümanın Allah'ına sövmekten beter.
Anarşistlerin tamamen kendilerine ait kurguları ve özgürlük kadar dar
kalıpları vardır. Tüm dünya onlara karşı çıkar, engellemeye çalışır, olmadı
alay ederken onlar kurgularını hemen hayata geçirmenin derdindedirler.
Hem bu kurgular hiç de öyle robotlar tarafından işlerin görüldüğü, metal
ve plastik çöplüğüne dönmüş bir dünyaya dair değil, oldukça minimalist,
doğaya dönük ve pastoraldir. Benim, başkaları tarafından kurulmuş ütopyalarım
yok. Tamamen kendime ait rüyalarım var.
"Kırsal yaşamın
erişilmez anarşist bir metafor olarak vurgulanıp durması, komün tozuna
bulandırılmış cemaatçiliğin meşru gösterilmeye çalışılması iyi hoş da,
anarşizmin bir mücadele, bir isyan, bir devrim geleneği olduğunu savunanların
sesi gümbürtüye kurban oluyor. (...) bu öyle bir "gümbürtü"
ki, primitivistler, mistikler ve cemaatçilerin sesinin duyabiliyoruz sadece.
Ve söz konusu "egemen" anarşist söylem bu topraklara yayıldıkça,
isyanın sesinin megafonik yankısından ziyade bir kaçış söylemine dönüşüyor
anarşizm." Tespit, tespit üstüne.
Tespit 1- Kırsal yaşam erişilmezdir.
Tespit 2- Cemaatçilik komün tozuna bulanıp pazarlanmaya çalışılıyor.
Tespit 3- Cemaatçilik gayri meşrudur.
Tespit 4- Kırsal yaşam ve cemaati savunanların mücadele, isyan ve devrimle
alakaları yoktur. Söylemleri kaçış üstünedir.
Tespit 5- Mücadele, isyan ve devrimi savunan 'gerçek' anarşistlerin sesi,
bu ilgisiz, kaçak tipler tarafından bastırılmaktadır.
Tespit 6- Primitivistler, mistikler ve cemaatçiler Misak-ı Milli sathında
yaygara koparıyorlar. Sokaktaki adam onları konuşuyor.
Bir yanımla bu üsluba
karşı tartışmamak gerektiğini düşünüyorsam da, beklentisiz bir çabayla
belki bir yanlış fark edilir diye içeriğe dair sözler etmek istiyorum.
Canım sıkılıyor.
Kırsal yaşam öyle bir erişilebilirdir ki, Batur Özdinç bu yazıyı yazmadan
önce pek beğendiği "batılı" anarşistlerin kır komünü deneyimlerini
biraz incelese tezinin yanlışlığına kâni olurdu. Örnekleri, Macaristan'dan
ABD'ye, İsveç'ten Japonya'ya kadar uzanan bu deneyler kaldı ki, hiç yaşanmamış
olsalar ne değişirdi? Yeni bir yaşam yaratma arzusuyla tamamen özgürlükçü
temellere dayanan bu projelere "erişilmez metafor" diye yaklaşmak,
"anarşi mümkün değildir" önermesini yapanların dili kadar çirkin.
Ne zamandan beri anarşistlerin işi imkansızları isteyip yapmak yerine,
gerçekçi olmak?
Mukabele 1- En-el hak, en-el halîk. Hiçbir şey erişilmez değildir.
Hangi koşullarda bir
anarşist, başka bir anarşistin anarşiye dair oluşturmaya çalıştığı bir
fikri gayri meşru görür, pazarlamacılıkla suçlar? Ya o fikri 'kapitalizmin
ajanı' olarak görürsün ve 'anarşist saflarda bölücülük yaptığını' düşünürsün
ya da politik bir söylemin vardır ve diğer fikir senin durduğun politik
zemini tehdit etmektedir. Cemaat sözcüğü yeni Türkçe'de "topluluk"
ile anlamdaş, İngilizce'deki karşılığı ise "communty". Yani
cemaatin komünle tozuna bulanmaktan daha öte bir ilişkisi var.
Anarşist düşünce tarihi iki ana damardan, 'birey' ve 'toplum' kökenli
fikirlerden beslenmekte. Cemaat (topluluk) fikriyse birey-toplum ekseninin
orta noktalarına denk düşüyor ve her iki kanaldan da bazı unsurları içinde
taşıyor. En kaba haliyle, birbirine duygu ve düşünce anlamında benzeyen
ve ortak ilkeleri esas alan insanların, yardımlaşma ve dayanışma temelinde
yaşam birlikleri kurması. Hepsinin tek tek varoluşunun çevresi çizilmiş
bir birliktelik içinde yeni bir varoluş yaratması. Değişimi kendilerinden
başlatanların, değişimi dokunabilme mesafesindekilere yayması. Cemaatçilik
bireyci, ama bu kişisel kurtuluşu savunma anlamında değil, insan tekinin
kendi kafasıyla düşünebilmesi ve 'kendi' olarak olabilmesi manâsında.
Cemaatçilik toplumcu, ama bu yüzünü bile görmediği insanlara dair tasarı
üretmek değil, kendi topluluğunu seçebilmek ve yeniden yaratmak anlamında.
Mukabele 2- Özgürlüğe dair üretilmiş hiçbir fikir gayrı meşru değildir.
Şu "Mücadele,
İsyan, Devrim Nasıl Yapılır?" el kitabının yeni baskısı yapılsa da
cümle alem bu işin sırrına erse. Okuyup da anlatanların yalancısıyım,
bu kitaba göre: insan hakları derneğinde hak aramak mücadele etme, yardımlaşma
temelinde cemaat oluşturma mücadele etmeme; sendikada toplanmak isyan,
reddedip terk etme isyan değil; iktidarı etkilemeye yönelik toplumsal
muhalefet hareketi olmak devrim yapmak, yeni bir yaşam kurmaya çalışmak
devrim değil!
Aslında Batur Özdinç kendi kendine mukabelesini yaptığından ayrıca bir
şey söylemek gereksiz. Yazının az ilerisinde şunu söylüyor: "Bizden
iyisi yok!" Bu ben merkezci söylem, kendisinden menkul bütün toplum,
grup ve ideolojilerin binlerce yıllık söyleminden fazlası değil; ve biz
bu söyleme kendimiz de inanmaya başladığımız sürece diğerlerinden farkımız
kalmayacak. Tamamen katılıyorum. Dünya bizim etrafımızda dönmüyor. "Benim
yaptığım isyandır, seninki değil" haddine hiç kimse sahip değil.
Kendine anarşistim diyen herkesle birlikte olmak zorunluluğu olmadığı
gibi, kimseyi anarşistlik dışı sayma hakkımız da yok.
"Aklı karışık"
amorf burjuvazinin bıkkınlığının ya da kültürel ve yaşamsal uyumsuzluğun
dışavurumu olarak kentten kaçış, bu toplumun kendisinden kaçışın birebir
yansıması olarak karşımıza çıkıyor. El insaf. Neye laf edildiğini anlamak
mümkün değil. Kişi olarak bir anarşistin kent dışı bir yaşamı tercih etmesi
mi kastedilen, yoksa anarşistlerin en azından bir grup olarak kurduğu
bir proje mi?
Diyelim ki ilki. Milyonlarca insanın göt göte yaşadığı, her sabah acı
içinde kalkılarak emek satmaya gidildiği, her sabah ve her akşam saatlerce
yol katedildiği, 'ne zaman deprem olacakta moloz ve demir yığını altında
kalacağız' diye düşünüldüğü, kimin neyi varsa satarak vıcık vıcık bir
pazarlamacılıkla varolabildiği, her gün karşılaştığı insanlarla konuşamadığı
için sanal alemlerde insanlarla 'iletiştiği', cebinden para, kimlik ve
cep telefonunun eksik olmadığı bir yaşamı reddetmek mi kötü olan? 'Kültürel
ve yaşamsal uyum' mudur beklenilen? Bu koşullara 'uyum' sağlamayıp, kişisel
de olsa çekip gitmenin mi karşısında duruluyor? İnsanlara nerede yaşamaları
gerektiğini öğütlemek gibi bir densizlik yapmak değil niyetim, yalnızca
nasıl isyan edileceğinin öğretilmesine isyan ediyorum.
Diyelim ki, kişisel tercihe değil, anarşist bir projeye dair ediliyor
bu sözler. Ortada kamusal alana sunulmuş bir proje olmadığına göre varsayım
üzerine konuşuyoruz. Kentte yaşamanın anlamları belli. Kendini sürekli
yenileyen bir sistem, her an artan denetim ve gözetim, gösterinin de sonrasına
geçmiş bir simülasyon toplumu. Toplumsal işbölümü adına birileri sen uyurken
senin için sokakları süpürür, kahvaltıda yiyeceğin sucuklu yumurtanın
danasını keser bir kasap, tavuğunun götüne ışık tutar bir işçi. Belki
bir sendikaları bile vardır. Her şeyi birileri yapar senin için, senin
de onlar için bir şey yapman karşılığında.
Bütün bu döngüden sıyrılmak isteyen -bazı- anarşistler, kentin dışında
yaşam kuramazlar mı? Asla erişilmez olmasa da zor olduğu ortada. Kent
yaşamının alışkanlıklarını değiştirme kendi başına bir sorunken, esas
güçlük tüm bu üretim ve tüketim zincirinden kurtulabilmekte. Kentlerde
insanların bir arada oluşlarını başlangıçta sağlayan, zamanla bir zorunluluk
haline getiren temel olgu ekonomi olduğuna göre, kentten ayrılma projeleri
yapılırken üzerinde kafa yorulacak ana konu da bu. Merakla beklemeyin.
Söyleyeceğim yepyeni bir şey yok. Tarımla uğraşılsa bile tüm ihtiyaçların
bir anda sağlanamayacağı ve -en azından bir süre daha- dışa bağımlı olunacağı
aşikâr. Belki farklı iklim koşullarında yaşayan anarşist köylerin birbirleri
arasında yapacağı takaslar bir nebze derde deva olabilir. Ama modern insanın
endüstriyel tüketiciliğini hiçbir köy doyuramaz. Alışkanlıkların değişmesi,
köy yaşamına ilişkin bilgi ve deneyim toplanması, her ayrıntıya fikir
geliştirilmesi böylesi bir projenin başarılması için gerekiyor. Ama hepsinden
öte gerçekten istenmesi lazım. İstekli insanların böyle bir projeye kalkışıp
başaramamaları bile, anarşi için müthiş bir deneyim ve katkıdır. Kentten
kaçmayı denemek bile, bunu şuursuz bir isyan olarak yapmak bile, her şeyin
aynı şekilde devam edeceğini bildiğin bir yerde soluk almaktan iyidir.
|