sayı 1, mayıs 2001

DİN VE TAHAKKÜM

İDEAL, DÜŞ, YANILSAMA

İŞÇİCİLİĞİN ÖTESİNDE, SENDİKACILIĞIN ÖTESİNDE

O F F F F F F ! ! !

TOKANGA DAAAA ÇOTAAAA?!

[ X] [Y] [Z] [Z] [Z] [Z] [Z] [Z] [Z] [Z] [Z] [Z] [Z] [Z] [Z] [Z] [Z] [Z] [Z] [Z] [Z] [Z]

Kendisini "anarşist" olarak tanımlayan ve Ankara'da yaşayan tanıdık-tanımadık tüm dost ve omuzdaşlara

!ANarŞİstGERçekLİKGERçekANarŞİ(S)TlikANarŞİstİKanaRŞigerÇEKanaRŞİİİ!

YARATICI VE YIKICI DÜRTÜ(LER) ÜZERİNE

> E "? o ( n o ) m i k" r i Z <

RATYO TİYATROSU: OLMUYO AMA ABİLER!!!

ANARŞİZM 21. YÜZYILA MEYDAN OKUYOR!

 

Din ve Tahakküm

Kapitalizm kanunları ve kurallarıyla günümüz dünyasında tanrısallaşmış bir sistemdir. İlkel çağlarda başlayan tanrı korkusunun verdiği "suçtan" uzak durma, bugün sistemden dışarı çıkmama korkusuna dönüşmüştür. Yeni din (kapitalizm) kendisi için ölecek milyonlarca insan yaratmayı başarmıştır. Çünkü sistem dışına çıkmamak sisteme hizmet etmektir. Bu yeni dinin rahipleri (kapitalistler) kanunlarıyla net bir biçimde insanlığı kendi hizmetlerine sokuyorlar. Benzeş bir örnek islamda cihat, hıristiyanlıkta haçlı seferleri. Onların da hizmet ettikleri tanrıları değil, tanrının dünyadaki temsilcileri papa, halife vb. otoritelerdir; temelinde mülkiyet için girişilen yağma seferleri vardır. Fakat din için girişilen bütün bu hizmetler kökenlerini çok daha geriden alır.
Neolitik devrimle birlikte (insanların üretime geçip ilk köy topluluklarını kurması) mülk anlayışı ortaya çıkmıştır ve bu mülkü korumak için maddi manevi savunma duvarları oluşturulmuştur. Mülkü koruma amaçlı, maddi anlamda surlar ve bitişik düzende inşa edilmiş evler kurmuşlardır. Anadolu'da Çatalhöyük bu anlamda çok iyi bir örnektir. Çünkü dünyada ilk özel mülkiyet anlayışı burada kullanılan kişiye ait mühürlerle ortaya çıkmıştır. Manevi alanda ise ilkel çağ insanları, yarattıkları tanrıların gücüne sığınmışlardır. İlk evrelerde doğa ve canlılar kutsalken, daha sonraki evrelerde görünmez her şeyin yaratıcıları ortaya çıkmıştır ve insanlık tanrı yolunun hizmetinde sömürülmüştür.
Antik Yunan tasvirlerinde, tanrılar insanlara benzetilmiş ve insansı duygular katılmıştır. Sözgelimi tanrılar arasında da bir hiyerarşi söz konusudur; Zeus -tanrıların tanrısı- (evrenin hakimi), İris ise Zeus'un ulağı ve hizmetçisidir (içki sunmakla görevli). Yunanlılar yarattıkları bunca tanrıları için hiçbir masraftan kaçınmamışlar, onlara tapınaklar yapmışlardır ve tapınağın Adyton adlı kutsal bölümlerine ise en değerli (altın, zümrüt vs) hediyeleri sunmuşlardır. Tabii ki o dönemde de tapınakta din kadınları ve adamları yer alırdı ki onlar bir asalak olarak, üretmeden salt halkın dini duygularını sömürerek yaşamışlardır. Doğu toplumlarında ise insanlar tanrılarına ulaşmak için bir ölümlünün aracılığını kabullenmişlerdir. Bu ölümlü, insanların manevi yanlarını kullanarak onların kendisi için çalışmasını sağlamıştır. Örneğin şamanlar histeri krizi geçirmelerini tanrıyla görüşme olarak insanlara söyleyip, üretmeden, insanların duygusal güçsüzlüğünü sömürerek tenya bir yaşam sürmüşlerdir. Din olgusu bu dönemden başlayarak insanların üzerinde kurulan hegemonyanın temellerini atmıştır.
Neolitik devrimle tarıma elverişli toprakların üzerinde bir egemenlik savaşı başlar. Bu dönem anaerkil toplumdan ataerkile geçiş sürecini başlatır ve bu süreçte erkek nüfusun artışı sağlanmaya çalışılır. Kadın, doğurganlığı yüzünden geri planda kalır. İliada'da net bir biçimde görüldüğü üzere toprak ve yağma için girişilen savaşlarda tanrıların ruhsal olarak insanlara verdiği güveni sağlamak için onlara çeşitli kurbanlar sunarlar. Bu, militer güçle dinin kesiştiği noktadır. Aradan geçen zamanla birlikte rahip sınıfı ve düzenli hiyerarşik bir ordu oluşur. Ve bu birliktelik aristokrat sınıfın hizmetinde çalışır. Soylular halkı köleleri gibi kullandılar ve rahiplerin de desteğiyle dinin yaptırımlarının korkusu sayesinde her türlü isyana zemin hazırlanmasını engellediler. (Birinci bölümün sonu)
MOiRA

ideal, düş, yanılsama

"anarşi her an her yerde yaşanabilir! " çünkü anarşi, devrimi, sonrasında her şeyin gül bahçesine döneceği bir kopuş anı olarak tanımlamaz, devrim yaşamın var olduğu her anda ve her yerdedir. toplu ya da bireysel her türden eylemliliğin yanı sıra gündelik pratiğe de sinmiş bir durumdur.
anarşizm konusunda genel geçer kabul gören ender varsayımlardan biri. niyetim bu varsayımı alternatif bir duruşla, anarşist ve aynı zamanda feminist bir kadının gözünden tersten okumak. öncelikle söylemek gerekir ki bu sözler, anarşist pratikte şu anda burada var olan durumlardan çok bir idealin yansıması. gönlümüzün hep birlikte ve içtenlikle gerçeğe dönüşmesini arzuladığı ve bunun için gücümüz oranında çabaladığımız bir ideal. çoğumuzun güç aldığı ve düşlerini beslediği kaynak. ama ideallerin gerçek olduğunu düşlemek, ideal durumda yaşadığımız yanılsamasını çoğaltma ve bunu bir inanca dönüştürme tehlikesini de barındırıyor. bu yüzden, zaman zaman şöyle varsayımlar anarşist pratiğin, özellikle anarşistler arası ilişkilerin geri planını oluşturuyor. "anarşistler ataerkil değildir", "anarşistler arasında kadın ve erkek eşitsizliği yoktur", "anarşist kadınlar, kadın olmaktan önce bireydirler, bireyselliklerini özgürce yaşarlar." bu varsayımların tamamı doğru ama teorik. doğru kabul edildikleri için de sorgulanmıyorlar pek. bu, benim çok da uzun olmayan kişisel örgütlülük sürecinde fark ettiğim ilk birkaç şeyden biri. fakat durumların bu tarzda idealize edilmesi, var olanları yok kılmıyor sadece yokmuş gibi davranılmasına yol açan bir çeşit körleşme yaratıyor. körleşmenin yok olmasına giden yolun ilk basamağının bu varsayımların tartışılması olduğuna inanıyorum. çünkü devrim ya da anarşi birbirlerini ezmediğini, aşağılamadığını söyleyerek birbirleriyle çeşitli tarz ve biçimlerde kurdukları dışlama, yargılama, yok sayma ilişkilerini idealize ederek, bunlar yokmuş gibi yaşayan bireyler arasında yeşermez. birey olmak ve özellikle özgür bireyler olduğumuzu düşünmek hepimiz için çok önemli olan ve hem kimliklerimizin hem de ürettiğimiz her pratiğin merkezinde duran kavramlar. tarihsel olarak anarşist bakış açısının da merkezinde. çünkü niyet tek tek hiçbir bireyin tutsak olmaması, ezilip sömürülmemesi. ama bu noktada, özellikle kadınlar için çeşitli sancıları da beraberinde getiren kavramlar ve tek tek her bireyin önce kendi içinde sonra da anarşist pratiğin var olduğu her anda ve ortamda bu kavramları, onların gruplar içinde farklı konumlardaki bireyler için ne ifade edebileceğini ve kavram olmaktan çıkıp etten kemikten bir yaşama ne kadar dönüştürülebildiklerini sorgulaması gerek. çünkü bireysellik, her birimizin tek tek kişiler olmasından kaynaklanan doğal ya da kendiliğinden var olan bir özellik değil. aksine tarihsel ve toplumsal bir örüntü ve ne yazık ki kapitalist bir sistemde doğup büyüdüğümüz ve hala yaşamakta olduğumuz için içselleştirdiğimiz bir sürü iktidar formunu da doğal ve görünmez kılıyor. bu durum aynı zamanda anarşizm tanımlamasının iktidarın tüm biçimlerine karşı olmayı içerdiğinin söylenerek anarka feminizm tanımlamasının ve anarşistler arasında anarşist kadınlar tarafından verilecek bağımsız kadın mücadelesinin gereksizliğinin söylenmesinin de temeli aslında. zaten tarih boyunca anarka feminist mücadelenin oldukça fazla enerjisini de bu ikna ve varlığını şöyle ya da böyle meşru kılma çabaları çalmış durumda. bir takım kadınlarca hissedilen ezilmiş olmanın gerçekliğinde meşrulaşan ve ayrıca hiç kimsenin iknasına ihtiyaç duymayan bir mücadelenin böyle bir meşruluk mücadelesine, ikna ya da icazet çerçevesinde ya da gerekliliğini anlatmak, hissettirmek düzeyinde anlatılıp tartışılmasına da aynı anda fazladan enerji harcamak zorunda olması bile aslında ezme ezilme ilişkisinin varlığını gösteriyor ve bu mücadelenin gücünün kırılmasında önemli bir rol oynuyor. erkeklere anlatmak, kadın mücadelesinin şu ya da bu noktasını kadınlardan çok erkeklerle tartışmak hemen her feministin başına gelen çok yıpratıcı bir durum ve bu durum anarşist çevre içinde de tekrarlanan bir şey. bunda kadın erkek tüm anarşistlerin payı olduğunu düşünüyorum. kadınların da bir biçimde içselleştirip kendilerini ona göre kurdukları erkek bakış açısının merkezinde oluşturulan anarşist mücadelenin varlığını bu şekilde sürmesini yeterli görenler varsa bile ben onlardan değilim. ne yazık ki biz kendimizi iktidar karşıtı tanımladığımız ve bu çerçevede yaşamaya çalıştığımız için iktidar mekanizmaları ortadan kaybolmuyor ve yeni formlar içerisinde ortaya çıkıyorlar. bence önemli olan, bu gerçeğin farkında olmak ve var olan anarşist pratiğe yeni bir boyut eklemek. buradan bakıldığında, kadınların kadınlarla, erkeklerin erkeklerle ayrı ayrı ve kadınlarla erkeklerin bir arada, var olan anarşist pratikte kurulan kadınlık ve erkeklik durumlarını tartışıp sorgulamaları belki ilk bakışta alıştığımız eylem pratiğinin çok dışında ve kimilerince faydasız olabilir. ama uzun zamanda yaşam algısını değiştirecek ve körleşmeyi giderecek çok önemli çabalar. belki ancak böyle var olan ama görünmeyen iktidar mekanizmalarının varlığı ortaya çıkacak ve onlardan kurtulmanın yolu açılacak. mor yağmur

 

İŞÇİCİLİĞİN ÖTESİNDE, SENDİKACILIĞIN ÖTESİNDE*

Sendikacılığın sonu işçiciliğin de sonuna denk düşüyor. Bizim için, bu aynı zamanda, niceliksel parti yanılsamasının ve sentezci özel örgüt teorisinin de sonu. Geleceğin devrimi yeni yollar aramak zorunda.

Sendikacılık düşüş evresinde. Bu olumsuzluğun iyi yanı şu ki, bir dönemin yapısal biçimi kaybolurken, eskinin yeniden üretimini doğrulayan ve gelişen anlamda yeni bir model ve yeni bir gelecek doğuyor.

Yepyeni ve köklü dönüşümlere doğru ilerliyoruz; ekonomik yapıda, toplumsal yapıda.

Aynı zamanda mücadele yöntemleri, perspektifler, hatta kısa-vadeli projeler bile dönüşüme uğruyor.

Genişleyen sanayi toplumunda sendika, mücadele aracından üretici yapının kendisini destekleyen bir araca doğru yol alıyor.

Devrimci sendikacılık da üzerine düşen rolü oynadı: en kavgacı işçileri bir yandan ön saflara iterken, öte yandan onları, geleceğin toplumunu kurmak ve devrimin yaratıcılık ihtiyacını karşılamak için gücünü korumak adına arka saflara çekerek. Her şey fabrika boyutuna paketlenmiş olarak kaldı. İşçicilik otoriter komünizme eşdeğer bir şey değil sadece. Sınıf çatışmasına dayalı mücadele alanına öncelik verme anlayışı, bugün için bile, derinlere nüfuz etmiş bırakılması zor alışkanlıkların başında geliyor.

Sendikacılığın sonu böylelikle açığa çıktı. Oysa bizler on beş yıldır bundan bahsediyorduk. Bu görüşümüz bir zamanlar, özellikle de eleştirimizin içine anarko-sendikalizmi dahil ettiğimizde eleştirilmiş ve şaşkınlıkla karşılanmıştı. Bugünse düşüncelerimiz çok daha kolayca kabul edilebiliyor. Aslında, bugün sendikaları eleştirmeyen kimse kaldı mı ki? Hiç kimse kalmadı, hemen hemen hiç kimse.

Ancak gözden kaçırılan bir nokta daha var. Bizim sendikacılık eleştirimiz aynı zamanda çekirdek parti teorisine dayanak oluşturan "niceliksel" yöntemin de eleştirisiydi. Bu aynı zamanda, sentezci özel örgüt teorisinin de eleştirisiydi. Ayrıca burjuvaziden ödünç alınan ve proleter değerler gibi klişelerden geçirilen sınıfın itibarı anlayışının da eleştirisiydi. Bunların hiçbiri gözden kaçırılmamalı.

Bugün bizim bu eleştirimize katılanların sayısı artmış olsa da, bu sayı yeterli bir düzeye ulaşmış bulunmuyor.

Bizler üretim dünyasına yalnızca, onları niceliksel perspektif içinde değerlendirmeyen araçlar kullanarak müdahale edebiliriz. Böylece, gerisinde devrimci sentez hipotezleri üzerinde çalışılan, özel anarşist örgütlenmenin gerekliliği iddiası da geçerliliğini yitirecektir.

Bu yaklaşım bizi farklı çeşitte bir müdahale yöntemine götürüyor; özel bir anarşist yapıyla ilişkide bulunma konusunda kendisini sınırlandıran ve gönüllü ilişkilere dayalı, fabrika "hücreleri" ya da bölgesel "hücreler" oluşturmaya. Temel hücre ve özel anarşist yapı arasındaki ilişkiye dayalı, kapitalist yapılara ve Devlete isyancı yöntemler yardımıyla saldıran yeni bir devrimci mücadele modeli ortaya çıkıyor.

Bu, üretim yapılarında vuku bulan köklü dönüşümleri daha yakından izlememizi kolaylaştıracak. Fabrika sönümlenmek üzere, onun yerini otomasyona dayalı yeni üretim örgütlenmeleri alıyor. Dünün işçileri, ya bunu kısmen destekleyici bir duruma entegre olacaklar ya da basitçe kısa-dönem için sosyal güvenliklerini sağlayıp, uzun vadede hayatta kalmaya çalışacaklar. Ufukta yeni çalışma biçimleri beliriyor. Klasik emekçiler cephesi şu an için artık varlığını sürdürmüyor, tıpkı sendika gibi. En azından şimdiye kadar bildiğimiz anlamda sendika varlığını sürdürmüyor. O da, diğerleri gibi bir şirkete dönüştü.

Hızla artan sayıda farklı ilişkiler ağı, katılımcılık, çoğulculuk, demokrasi vs. bayrağı altında, neredeyse bütün yıkıcı güçleri dizginleyerek toplum geneline yayılacak. Devrimci projenin ucundaki bakış açıları sistematik biçimde kriminalize edilecek.

Ancak mücadele yeni yollar alacak, yeni ve anlaşılmaz simgelerle dolu yüz binlerce öfke ve yıkım patlamasına açılan, binlerce yeni tünelden geçecek.

Bizler, anarşistler olarak, geçmişten gelen oldukça ağır bir ipotek altındayız, son raddede kavramakta zorlanacağımız ve bir gün gümbürtüsü bizleri bile ürkütecek olan bir fenomenden uzak kalmamak için dikkatli olmalıyız. Ve öncelikle analizimizi bir bütün olarak geliştirirken dikkatli davranmalıyız.

* Green Anarcy dergisinin Bahar 2001 sayısındaki "Beyond Workerism, Beyond Syndicalism" başlıklı yazının çevirisidir

 

O F F F F F F ! ! !

"Hedefinin ne olduğunu olanca açıklığıyla, gerçekliğiyle bilmeyen, böyle bir bilinçten yoksun olan bir mücadelenin başarı şansı yoktur."
P. Kropotkin

"Devrim, hemen şimdi!" Eyvallah kardeş, sen de haklısın.
Büyük laflar hoş geliyor aslına bakarsanız. Belki romantik bir nokta, belki de "üff" dedirten bir ajitasyon. Söyleyenin ağzında ballı oluyor sözler bazen, bazen de ezilip gidiyor zayıf ten (ve tin) ettiği lafın altında. "Ne dediğin kadar nerede durduğun da önemlidir"in bir adım ötesine gidip, nerede, ama nasıl duruyorsun da önemli bir soru oldu artık. Eğri oturup doğru konuşmak lafından tiksinme bir yana, doğru oturup doğru konuşmak da yetmiyor; doğruyu doğrunun şekliyle duyayım istiyorum, senin doğruna has, senin doğrunun sesiyle yoldaş! Evet, devrim! Hemen şimdi. Nasıl bir devrim? Toplumsal devrim diyenler çoktur, doğrudur. Anarşist devrim de uygundur; kulağa kadar bizlerin gönlüne de hoş gelir. Peki biz devrim istiyoruz, pek çok kişi de devrim istiyor. Biz istediğimizin farklı olduğunu söylüyor, ayrı olduğumuza inanıyoruz. Ne devrim ne de devrimci mücadele kimsenin tekelinde değildir. Bütün devrimci muhalefet, kapitalizm ve burjuvaziye karşı yürüttükleri mücedelede barikatın aynı tarafındadır haliyle. Aynı devlete karşı mücadele ediyor, aynı devlet tarafından eziliyoruz. Ya farklılıklarımız, farklılıklarımızı seslenmemiz? Buna mütemadiyen, "Zamanı değil, onlarla zıtlaşmaya daha çok var, devletin yarattığı karşı-devrimci oyunlara kurban gitmemek gerekir"i duyarken, delikanlılığı elden bırakmayan, "artistlik yapanlara da hadleri bildirilir" tavrını unutmayan cevaplar alabilirsiniz. Anarşistler, radikal hareketler içinde kanı en çok kaynayanlar arasında oldu tarihin her döneminde. Eylem alanları ve barikatlar koşarcasına gittikleri ana kucağı oldular. Hantallık katlanılamayan oldu hep. Bu aşk, iki ucu boklu değnek durumu dayaratabiliyor ne yazık ki. Eylem ve barikat, sahip olduğumuz ve anarşist sorumlulukla sarılmamız gereken tek ziynetimiz; "ben"i siliyor, özgür bireyin önünü kesiyorsa yerin dibine batsın. Kendisine karşı sorumlu olmak, kendini yoketmenin karşısındaki tek emniyet sibobudur. Anarşist bir ütopyanın olduğu kadar, anarşist yapılanmaların da tek kontrolü, anarşizmi sindirmiş özgür bireylerin aklında ve gönlündeki bu sorumluluktur. Anarşizmin anlamı, özgürlük çabası olmasındadır. Özgürlük için anarşizmden bile vazgeçilebilir, ki özgürlüğün önüne çıkacak bir şekle sokulmuşsa (bu kesinlikle yapay ve dıştan oluşturulan haldir, handikap değil kendini bilmezlerin anarşizmi yozlaştırmasıdır) yıkılması gereken hastalıklı bir duruma düştüğünü gösterir.

Anadolu topraklarına özgü durumumuz gözardı edilmemelidir. Anarşist anlamda bir tarih yazmaya niyetlendik. Bu topraklarda eğrisiyle doğrusuyla yapılan kısa geçmişli bir anarşist çaba olmuş olsa da, istenilenden uzaklarda kalınmıştır. Biz devrim yapmak için yola çıktık. Bu devrimin anarşist bir mücadele ile gerçekleşebileceğine inandığımız için anarşist diyoruz kendimize. Yaşamları için feyz alınan bir heves akımı, bilimsel incelemeye değer bir konu ya da masturbasyon malzemesi olarak görmek değil, devrimin olası tek yolu olduğu için anarşizmi seçtik.

Anarşizm, reçetesi olan bir düşünce sistemi falan değil; iyi ki de değil. Kutsal kitaplarının olmaması, yaratıcı ve çok renkli bir hale sokuyor onu. Reçetesinin olmaması, olmazsa olmazlarının da olmadığı anlamına gelmiyor tabii ki. Pek çok kişi, pek çok farklı ucundan tutsa da, anarşizmin bir mücadele yöntemi olduğunu bilir. O, devrimci, özgürlükçü bir çabadır. Hernekadar kendine anarşist dese de devrimci bir yanını göremediğim insanlarla birliktelik kanımca anlamsız kalıyor. Peki devrim için mücadele etme çabası içinde bulunan her anarşistle birlikte olunabilir mi? Burada bahsedilenlere, haliyle anarşizmi yozlaştıran, bir hegemonya kurmak için kullanan grup ve insanları dahil etmiyorum.

Anarşizm için yapılan hareketlerde beklediğim artık iyi niyet değil yalnızca, anarşist bir tavır da bekliyorum. Anarşist olmak farklı olmaktır hatasına düşmeyip, sırf farklı bir şeyler yapmış olmak için yapmak yoluna girmeden, anarşizmin diğer devrimci düşüncelerden farkını farkederek, anarşist bir mücadeleyi varederek şimdiye kadar oluşturulamadığından şikayet ettiğimiz anarşist geleneği oluşturabiliriz. Solcu gibi davranıp, solcu gibi varolduktan sonra kendine anarşist demenin ne anlamı kalıyor? Teoriyi yüceltmek falan değil ama neden anarşist olduğumu bilmeliyim ve birlikte olduğum yoldaşlarımın da bunu bilmesini beklerim. En tutarlı olanlar burjuvalardır bu konuda. Onların hayata bir bakışı vardır ve herşeyimiz burjuva olsun diye uğraşmamalarına rağmen her yaptıklarına o boktanlıklarını bulaştırırlar. Evlerinde, arabalarında, kılıklarında, ilişkilerinde, eğlencelerinde, sanatlarında vıcık vıcık burjuvaziyi koklarsınız; dokunsanız hemen bulaşıverir iğrençlikleri. E kardeşim, benim sözlerim ya da karalamalarım dışında anarşistçe neyim oluyor hayata geçirebildiğim? Bunu zorlayarak yapamaz kimse. Bilinç durumudur yalnızca bu. O çok edilen ama hiç uygulanmayan, "önce bireysel devrim", "kendi içinde devrim yapma" lafları aslında bunu varedebilecek olan şeydir. Araç-amaç ilişkisini bu kadar ciddiye alan bizden başka kimse yokken (ne yazık ki yalnızca teorik olarak), her türlü otoriter-sosyalist, burjuva ya da feodal temeller içinde anarşizmi varetmeye nasıl çalışılabilir? Devrim ve komünizme uzun vadeli çalışmalar ya da partileşmelerle ulaşmaya niyetli olanlardan değiliz ki biz. İlişkilerde, paylaşımlarda, yapılanmalarda kollektivist, komünist ya da anarşist olanı hemen yaratma niyetinde olanlar değil miydik biz? Devlet otoritesine karşı muhaliflikteki farkımız ideallerimizdeki yaşamın nüvelerini bugünden oluşturmak fikri unutuldu mu? Hepimizin üzerinde bu sistemin virüsleri var tabii ki. Tamamen yoketmek belki de mümkün değil ama çok dert etmiyorum. Ama anarşizmi hayata ve hayatımıza nasıl geçireceğiz? Bunu devrimden sonraya bırakmayı düşünen yoktur umarım. Oturup okumaksa, o olsun. Kendi kendine düşünülüp bulunacaksa, o olsun. Tepelene tepelene bulunulacaksa, öyle bulunsun. Aracı herkes kendi seçsin, ama başkalarının oyuncaklarıyla oynamak için çocuk parkına beni kimse çağırmasın. O parkın güvenliğine de inanmasın. KarArt

TOKANGA DAAAA ÇOTAAAA?!

Şu pek çoğu anlamsız olan metayı üreten, kullanma ve kullandırma hakkını kendinde görenlere karşı, metayı kullanmama ve kullanılmama hakkını kullanmamızı illegal olarak görmenizden hiç de rahatsız değiliz. Kullanma kılavuzlarına karşı kıllanmanın nedenidir kıllanma kılavuzu yazılmasının. Kullanmama kılavuzu, kıllanan ve kıllandırandır kullanana karşı.

Bakışlarınızdaki tehdit ve tahakküme karşı tecavüzvari bir durumla karşılaşan bizlerin üzerinde, tahtıravalli mantığınızın gel-gitleri bir baskı temin etmeye yetmiyor. Ağaçkakan, tüm kakmaları ile tik tak ederek tahtıravallinizin tahtasındaki tahtakurularını işsiz bıraktığında ve takkeniz düşüp keliniz parıldadığında tan yeliyle, tahtıravallinize kahkahalarla güleriz, siz tüm kokanalığınızla kakım kürklerinize sarılırken. Küt küt atan kalbiniz kaldıramayınca bunu, sonunuz göründü demektir.

Asimetrik paralelin tüm simetrikliğine karşı spiral duygularınızı yüreğimize sokacak bir tornavida yapılmadı henüz. Tehdit ve tahakküm dolu bakışlarınızı üzerine diktikleriniz tek kelimeyle tumturaklı bir tiksinmeyle tükürüyorlar tahtlarınıza.

Üzerindeki et parçaları çoktan çürümüş kurukafanızdan çıkan tıkırtılı kahkahalarınızın takunyalı gürültüsü tehdit oluşturmayan bir temsil artık. Temkinli tarz bile terkedilip, tokalaşmak mümkün değildir sizlerle. Terkederken tüzüklerinizi, tinsiz teninizi tükürüklerle tahtalıköye yollayabileceğimizi bilenleriz.

Topluluk olmanızı tezat tekinsizliğinizle sizi, tek başınalığımızla tokatlayacak taşkınlığımız takdir görendir. Tacizlerle dolu tarumar teşebbüslerinize tek cevap, toynaklı ayaklarınızı saklayamayacağınız tecrit mekanlarında toslayacaktır tizlerinize. Tekinliği olmayan tahtlarınızda süren düşük hayatlarınız tehdit altında artık. Tez elden terketmeye çağırıyoruz tahtlarınızı, tutkuyla tehdit ederek tinsiz teninizi. KarArt


[ X] [Y] [Z] [Z] [Z] [Z] [Z] [Z] [Z] [Z] [Z] [Z] [Z] [Z] [Z] [Z] [Z] [Z] [Z] [Z] [Z] [Z]

Evet, benim de rahatsız olduğum pek çok şey var. Ben de dışarıda bir yerde garip bir şeyin olduğunu düşünüyorum. O şeyin yavaş yavaş içeriye doğru girdiğini ben de hissediyorum. Ben de bunun insanlara bir virüs gibi yapıştığını görüyorum. Ben de onun benimle ailemin, sevgilimin, dostlarımın, arkadaşlarımın ve hiç tanımadığım insanların arasına girmesinden korkuyorum. Ve bu korkunun büyük oranda doğrulandığını görüp, ben de dehşete kapılıyorum. Ben de anlamaya, anlamlandırmaya çalışıyorum. Ben de en az senin kadar korkuyorum ve kızgınım. Ben de beynimin, bedenimin, duygularımın köle yapılmasını istemiyorum. Ben de yaşamaya çalıştığımız hayatın hızla kirletilmesinden mutsuz oluyorum ve en az senin kadar seviyorum onu.

Evet, benim de rahatsız olduğum pek çok şey var tıpkı senin gibi. Sanırım artık tanışma vakti geldi. KarArt

 

Kendisini "anarşist" olarak tanımlayan ve Ankara'da yaşayan tanıdık-tanımadık tüm dost ve omuzdaşlara...

996 Nisan'ından bu yana aktif ve örgütlü-ki bu da ne demekse- anarşist mücadele içinde yer alıyorum. Bu beş yıl içinde pek fazla şey yaptığımı iddia edemem, pek fazla şey yapabildiğimizi de iddia edemem. Nedensellik saplantısı taşımıyorum; ancak bu soruna neden(ler) aramak gerekiyorsa -ki gerekiyor- anarşistlerin kendisinden (kendimizden) başka neden bulamıyorum.

Bana öyle geliyor ki, bu topraklarda gelişen anarşist hareketin sınıfsal kökenleri, hareketin kendisinin temel handikapı olarak karşımızda duruyor. Bu sorun öylesine alt-edilmez bir sorun ki, örgütlenmeye ve(ya) eylemeye dair her girişim(imiz) çoğu kez bu türden burjuva-küçük burjuva bireysel önyargılar ve kaprislerle, gelişmekte olan ülke olmanın getirdiği hızlı kapitalistleşme sürecinin etkisi altındaki atomize edilmiş bireyin psiko-sosyolojik gelgitleriyle engelleniyor, zedeleniyor. Sınıfsal kökenden bahsederken, sosyo-politik amaçlar taşıyan her türden (yeni) felsefi düşüncenin, pratikte yeni düşüncelerle tanışma şansı olan, yani maddi olanaklara ve yeterli boş zamana sahip olan kesimler arasında yayıldığı gerçeğini gözardı etmiyorum. Tarihsel olarak bu topraklardaki sosyalist hareketin de, ilk yeşerdiği yıllarda entellektüel burjuva-küçük burjuva kesimler arasında yayıldığını hatırlamak gerekiyor. Ancak yine de bu durum, (bizim) anarşistler olarak mücadelemizi kişisel kaprisler, dostlukların sonlanması, sevgililerden ayrılmalar ve aile sorunlarına bağlı gelgitlere indirgememizi meşrulaştır(a)maz. Bireysel sorunların birey(ler)in kendi yaşam(lar)ı üzerindeki belirleyiciliğini ve önemini yadsımıyorum ancak toplumsal(lık iddiası taşıyan) mücadelenin kendisi tek tek bireylerin kişisel kaprisleriyle gölgelenmemeli. Toplumsal bir devrim yanlısı anarşistler kararlı ve tutarlı bir tavır sergilemek zorundalar; korkuları ve cesaretsizlikleri nedeniyle (ki bunlar insani duygulardır dolayısıyla mazur görülebilirler) geri adım attıkları durumlar dışında, geçerli gerekçeleri olmaksızın mücadeleden kaçınmaları anlaşılır şey değil. Bütün bunların ideolojinin kendisinden kaynaklanmadığını düşündüğümü bir kez daha tekrarlamalıyım; bireylerin kendisini anarşist-komünist, bireyci-anarşist, kollektivist-anarşist vb. sıfatlarla tanımlaması sorunu çözmüyor ya da öte yandan sorun yaratmıyor. Sorunun kökeni çok daha derinlerde, yaşamlarımızın daha doğrusu zamanımızın sosyo-kültürel ve sınıfsal köklerimizin derinlerinde yatıyor. Ben kendi adıma, bu sorunun üstesinden gelmenin yine birey(ler)in kendisinden geçtiğine inanıyorum. Sınıfsal kökeni, bireysel kaygı ve sorunları ne olursa olsun, devrimci niyetlere sahip olmanın, kararlılığın ve tutarlılığın herhangi bir bireyin anarşist mücadele içinde yer alması için gerekli ve yeterli ölçütler olduğunu düşünüyorum. Bazılarına oldukça solcu gelebilecek "devrimci niyet", "kararlılık" ve "tutarlılık" benzeri terimleri özellikle seçerek ve hiç de gocunmadan kullanıyorum. Bunlardan hareketle, bütün anarşistleri kendi alanlarında, tercih ettikleri kişi ve gruplarla birlikte önyargısız ve kaprissiz, dürüst ve açıkça örgütlenmeye ve eylemeye çağırıyorum. Yeryüzünde geleneksel otoriter solun egemenliği kırılırken, onun küllerinden doğan anti-otoriter hareketin bu topraklarda "hakkıyla" yeşerebilmesi için harekete geçmemiz gerekiyor.

Anarşist hareketin önünde anarşistlerden başka engel tanımıyorum... BATUR ÖZDİNÇ

 

!ANarŞİstGERçekLİKGERçekANarŞİ(S)TlikANarŞİstİKanaRŞigerÇEKanaRŞİİİ!

İnsanın varoluş tarihi, boyun eğmek ve isyan tarihidir de, ilkel kollektif toplumdan günümüze değin geçen toplumsal süreçlere göz attığımızda bunun çok sayıda örneğini bulmamız mümkündür. İlkel kollektif toplumdan kapitalist topluma dek geçen her dönemde, birçok isyan yaşanmıştır. Ancak hemen hemen hepsi yenilgiye uğramış, kalanlarsa başlangıçtaki söylemlerinin içini boşaltarak bu söylemleri iktidarlarının aracı olarak kullanmış, dolayısıyla devrimci niteliğini kaybederek yozlaşmışlardır. Tarihe Spartaküs isyanları olarak geçen kölelik karşıtı isyanlar yenilgiye uğramış, kölelik kısmen 1783'de Fransa'da burjuva devrimi ile yok olmuştur

Kapitalizmin tıkanış süreci de iktidarı ele geçirdiği an başlamıştır. İktidar perspektifi ile hareket eden her devrimci düşünce gibi burjuvazi de kendini iktidara taşıyan söylemlerin içini boşaltmış, muhalefeti ise kanla bastırmıştır. Kapitalizm iktidarı ele geçirdiğinde sözde köleliği kaldırmış, yerine temsili demokrasiyi getirmiştir. Bireyler artık kendi efendisini kendi seçme özgürlüğünü kullanmaktadır. Belli dönemlerle oy kullanarak seçtikleri bu yeni efendileri kendileri seçtikleri için özgürdürler. Bu yeni efendilerin ise kime hizmet ettikleri önemli değildir. Temsili demokrasi amorf bir yapıdır, kapitalist demokrasi bir hipnozdur. Tüm toplum aslında sınırlar, ayrıcalıklı olmayanlar için sert bir biçimde çizilmiş, temelinde özel mülkiyeti koruyan, efendilerini kendilerinin seçtiklerine inandırılan, aslında mülkiyeti ve egemenliği korumak için silahlı hiyerarşik bir yapılanma oluşturmuş bir hipnozdur. Bu hipnozun sürmesi içinse her türlü baskı aygıtı geliştirilmiştir. Kapitalist demokrasi içerisinde bireylerin kısmi özgürlükleri söz konusudur. İnsanlar yaşamını devam ettirebilmek için günlük sekiz ila on saat çalışma karşılığında özgürdür, birey isterse çalışmaz o zaman da aç kalma özgürlüğünü kullanmış olur. Örgütlenme özgürlüğü, yayıncılık yapma, basın açıklama vs. yapma özgürlüğü vardır ama mülkün temeli olan adaletin tunç yasalarına çarparsa bu sefer de cezaevinde yatma özgürlüğünü kullanmış olur. Kapitalist demokrasi sözde açlık sorununu ortadan kaldıracaktır fakat olan bunun tam tersidir, kapitalizmin girdiği her ülkede işsizlik ve açlık kol kola gezer. Çalışan kısım tepesinde demokrasinin kılıcı gibi sallanan işsizlik ve açlık ikilemi karşısında hareket edemez hale getirilmiştir. Onlar emeklerinin karşılığını istemek şöyle dursun, köleci toplumdaki kadar belki daha çok çalışırlar. Diğer yanda ise vergiler ve yüksek tohum fiyatları ile topraklarından kopardığı eski çiftçi işsizler ve diğer tüm işsizleri, sorunun kaynağının nüfus yoğunluğu olduğu teranesi ile sahte bir işçi-işsiz karşıtlığına inandırmaya çalışır.

Kapitalizm kurumsaldır, öyle ki bir işi yapacak yüzlerce, binlerce bürokratı bünyesinde barındırır, kapitalizm kurumsallaşmasını bu bürokratlar aracılığıyla sağlar. İnsanlar kapitalizmin dışında bir sistemi tahayyül edemeyecek kadar güdükleştirilmiştir. Bunu ise beşikten mezara kadar propaganda ile mümkün kılmışlardır.

Sıradan bir ailede doğan bir birey, yaşamın ilk yedi yılında yoğun olarak ailesinin etkisi altındadır; bu dönemde ateşin elini yakabileceği, kesici bir aletin kendini yaralayabileceği gibi yaşamsal şeyleri öğrendiği gibi aynı zamanda birçok gereksiz bilgi beynine doldurulmaya başlanır. Para, suç gibi suni kavramlar aile tarafından beynine kazınır. Ayıp kavramı ile kendi cinsel imliğini kavraması engellenir vs. Okula başlamak ise bireyin içine düştüğü eğitim tuzağını tırmandırır, sözde yeni bir bireyi topluma hazırlayan öğretmenler bireyin farklı yönlerini törpüler ve onun iyiliği için beynini bir yığın din,medya ve ordu gibi gerici unsurların etkisiyle bireyi kapitalizmin bir parçası haline getirir. Kapitalizm artık en kurumsal halini almıştır, birey artık onun dışında bir alternatifi göremez hale gelmiştir, otorite artık bireyin içindedir.

Ancak durum tamamen umutsuz değildir, doğa yasaları hiçbir şeyin olduğu gibi kalmadığının kanıtıdır. Bir kaya parçası bile deforme olmadan aynı şeklini koruyamazken, kapitalizm "son, tek çare" olduğunu iddia ettiğinde bu ancak mizah duygusuna sahip kişilerin tebessüm etmesini sağlar. Fakat kapitalizmin bu denli rahat oluşunu daha gerilere baktığımızda görebiliriz. 1800'lü yıllar nasıl burjuvazinin iktidarına tanıklık ettiyse 1900'lü yıllar da dünyanın pek çok yerinde anti-kapitalist ve özgürlükçü düşüncenin yükselişine tanık oldu. Kapitalizmin pervasız sömürüsüne bir de emperyalist paylaşım için girilen I. Dünya Savaşı eklenince toplumun ezilen, yönetilen kesimleri iktidar karşıtı güçleri desteklediler. Beklenen haber kısa süre sonra Rusya'dan geldi.

Rus halkı monarşiyi devirmiş, üretim araçlarına el koyarak burjuvaziyi mülksüzleştirmiştir. Bolşevik partisi bu dönemde toplumun sözcülüğünü yaparak, yığınların dönüşüm isteğine karşılık vererek kendisini iktidara taşımıştır. Sonrası ise kendi iktidarını pekiştirmek için binlerce insanın ölümüne karar vermiştir.

Dünün devrimcileri ise hızla o günlerin yöneticisi oldular. Proletarya diktatörlüğü adı altında iktidar oluşturan Politbüro, sosyalizmin devlet eliyle egemenlik ilişkileri içerisinde kurulamayacağını göstermiş oldu. 1990'lı yıllarsa devletçi sosyalizm anlayışının yıkılışına tanık oldu. Dünya artık kapitalizmin tek ve yenilmez olduğunu görmüştü; kapitalizm tüm kurumlarını kullanarak bunu insanların beynine kazıdı.

Kapitalizmin bugün kendisini böylesine rakipsiz görmesinin ardında devletçi sosyalizm anlayışının payı büyüktür. Ancak kapitalizm rakipsiz değildir, kökleri otoriter sosyalizm kadar gerilerde duran bir hareket kendisini hala örmektedir. Anarşizmin teorik olarak kökeni 1793 yılında Godwin tarafında yazılan Politik Adalet kitabından alır. Godwin devlet olmadan insanların yaşamlarını sürdürebileceğini söyleyen ve yerine Hıristiyan idealistlerinden ayrı olarak , toplumsal ahlakı koyarak insanlara farklı bir yaşam öneren ilk kişidir.

Kendisini kelimenin pozitif anlamı ile ilk defa anarşist olarak tanımlayan birey P. J. Proudhon'du. Proudhon toplumu karşılıkçılık temelinde örgütleyerek devlet olmadan değişime dayalı bir toplum öngörüyordu. Onun temelde hatası ise (bana göre) emek çekleri ve bu çekleri değerlendirecek bir devlet bankası öngörmesiydi. Proudhon ve ardılları her türlü otoriteye, özellikle devlet otoritesine karşı çıkıyorlar, özgürlüğün yalnızca özgürlük temelinde bir mücadeleyle geleceğine inanıyorlardı.

Bu görüş ise sosyalizm anlayışı içinde bir bölünmeyi yanında getirdi. Marx'ın önderlik kliği altında hareket eden "bilimsel" sosyalistler (siz bunu otoriter okuyun) sosyalizme gide yolun devleti ele geçirmekten başlayacağına inanıyorlardı. Sözcülüğünü Bakunin'in yaptığı kollektivist anarşistlerse devletin ve tüm kast aygıtlarının dağıtılarak kollektif üretim-tüketime geçilerek sosyalizme devrimin ardından hemen ulaşılacağını savunuyorlardı. Birinci Enternasyonalde bu ayrışma doruk noktasına ulaştı. Marxist klik anarşistleri çeşitli yöntemlerle (siz bunu ayak oyunu okuyun) enternasyonalin dışına çıkarttı.

Marxizm ve anarşizm kendi ideal topluluklarını yaratmak için uzun bir mücadeleye giriştiler, marxizm başarıya ulaştığı tüm topraklarda iktidara neden karşı çıkılması gerektiğini kanıtladı. Anarşizm ise bütün bu yıllar boyunca toplumsal patlama anlarında ortaya çıktı ve kapitalizmden önce otoriter sosyalistlerce kanla bastırıldı. Marxizm dağıldı ancak tüm dünyada anarşizm içinde bulunduğumuz kapitalist, egemen illüzyonu yıkmak için hızla güçlenmektedir. Diğer taraftan yaşadığımız Anadolu topraklarında anarşizm hangi durumdadır?

Anadolu'da anarşizm taraftarları gelenek olarak çok uzak bir geçmişe sahip değillerdir. Her ne kadar Anadolu halkı değişik dönemlerde ayaklanmışsa da bunlar dinsel ve ulusal anlamda kalmışlar ve dolayısıyla iktidara karşı değil, iktidar için girişilen isyanlar olmuşlardır. (Bir topluluk olarak Aleviler anarşizme görece yakındır ama o da dinsel bir birlikteliktir, Alevilik eşittir anarşizm değildir.) Anarşizm düşüncesini ilk olarak benimseyen bireylerin büyük bir çoğunluğunu eski marxistler oluşturmuştu. Tabiri caizse anarşist hareketi yaratan eski marxistlerdi. Her ne kadar düşüncenin teorik kısmı Osmanlı döneminde Baha Tevfik'e kadar uzansa da asıl oluşum süreci son yirmi yıldır. Anarşistlerin yirmi yıl gibi bir zamanda yapması beklenenleri karşılayamadığı bir gerçektir. Fikirlerin yayılması için Anadolu'da yazılıp basılan birkaç dergi ve broşür yayınlamanın dışında çok da fazla bir şey yapılmamıştır. (Kaos Yayınlarının bastığı "klasikler" Anadolu'da basılmadığı için değerlendirmedim, yoksa bu kitaplar unutulmuş değildir.)

Pratik anlamda ise 1993'de 1 Mayıs'a katılarak başlayan süreçten bugüne kadar neredeyse tamamen otoriter sosyalistlerle birlikte hareket etmişler ve bir geleneğin temellerini atmaktan uzak kalmışlardır. İstanbul'da faaliyet gösteren bir dergi çevresi ise kendi başına eylem yapmayı kotarmıştır ancak onların anarşizm kavramı oldukça karmaşıktır ve tartışılır.

"Fiyasko", günümüzde anarşistlerin altına en sık imza attıkları kelimedir.

Anarşizm nedir? Bu soruya verilecek en iyi cevap herhalde anarşizm ne olmadığı niteliğinde bir yazı olacaktır ancak bu çok daha geniş ve kapsamlı bir çalışma gerektirir. Anarşizm dogmatik bir düşünüş olmadığı için her anarşistin kendinden menkul "anarşi" kavrayışı vardır. Kaldı ki Anadolu gibi verimli topraklarda "anarşist" bireyler kendilerini savundukları teoriye göre değil, teoriyi kendilerine göre belirlerler. Elbette çok farklı yönelimlerin ortaya çıkması bizler açısından olumlu bir gelişmedir. Anarşizm pozitif bir gelişme sağladığı sürece. Fakat bu farklılıklar çok ince de olsa bizleri anarşi düşüncesine ne kadar yakınlaştırıp, uzaklaştırdığını gözden kaçırmamalıyız. Eski bir atasözünün dillendirdiği gibi, "şeytan ayrıntılarda gizlidir."
Anarşizm insanların barış içinde yaşadığı, tüm hiyerarşik yapılardan temizlenmiş, ademi merkeziyetçi, tüm tahakküm ilişkilerinin yadsındığı, insanın doğanın bir parçası olduğu bir yaşamı tahayyül eder. Bu amaca ulaşmak içinse toplumsal bir devrimi öngörür dediğimde genel anlamıyla bir muhalefet ortaya çıkmayacaktır. Ancak yöntem konusunda bir çok farklılık söz konusudur.
Bana göre bir anarşist, kendisini toplum içinde sıradan bir birey olarak gören, insanları güdülmesi gereken koyunlar olarak görmeyen ve onlardan bir tek farkla; kapitalizm ve tüm egemen sistemlerin yok edilmesi için hemen harekete geçme noktasında bir adım önde oluşuyla ayrılan kişidir. Mücadelenin temelinde ise kelimenin olumlu anlamıyla provokasyon yaratan, devletle teorik-pratik bir mücadeleye girerek kitleler arasında hoşnutsuzluğu tırmandırarak devrim için gerekli toplumsal patlamayı hızlandırmaktır. Bunun içinse yapması gereken; kitleler arsında, onlarla birlikte mücadele koşullarını aramak, yaratmaktır ve devletin insanların belleğinde yarattığı egemenlik illüzyonunu yok etmektir.
Buraya kadar yazılanlara ise söylem itibarıyla çoğu "anarşist" karşı çıkmaz. Ancak olan bunun tam tersidir, artık meşhur bir "ama" ayrımı vardır. "Ama", farklılıkların giderilmesi için kullanılan bir kelimeyken birden bire işten el çekmenin ve mücadeleden geri durmanın mazereti olan, bana göre devrimci sürecin düşmanı bir kelime halini almıştır. "Ama marxistler varsa ben yokum", "ama süreç uygun değil", "ama önce güç olmak gerekir" vs. vs. "Ama"lar uzadıkça uzar ve anarşizmin önemli yöntemlerinden birisi olan doğrudan eylem bir köşede unutulmuş durur. Pratik faaliyetlerin oturularak yapıldığını, başlatıldığını henüz görmüş değilim. Bu sebepten kaynaklı ortaya toplumsal devrimci politik bir anarşizm mücadelesi çıkacağına, bu tavırlar yüzünden burjuva anlamı ile "politik" bir anarşizm çıkar.

Gerçekte bu "anarşistler"in istediği nedir? Cevaplanması gereken en ivedi ve temel sorun budur! Devrim gerçekten çok yakıcı ve uzun vadeli çalışmalar gerektiren eylem değil midir? Onun kendi kendine gerçekleşmesi olanaklı ise "anarşistler"e toplum neden ihtiyaç duyar? Kendisini "anarşist" olarak niteleyen bireyler, bireycikler "ama"ların ardına saklanarak iş yapmamayı teorize etmiş olmuyorlar mı? Ya da sadece dost meclislerinde konuşan ancak pratik faaliyetlerde bulunmayanlar acaba kendi egolarını tatmin peşinde mi koşuyorlar? Unutulmaması gereken bir diğer nokta ise gün mücadele için bu kadar uygunken kafasını kuma gömenler o kafalarını ne zaman gün ışığına çıkaracaklar? Devrimci süreç durmaz, duranı beklemez. Bu ve benzeri soruların ardı arkası kesilmez. Gerçekten derdi yukarıda saydığım gibi olanlarla (amaların ardına saklanan, pratikten kaçan, politik davranan vb.) kuracağım ilişki düzeyi bellidir. Onların kendine "anarşist" demesi ise beni ilgilendirmez. Onlar kendilerince "anarşistlik" oynayabilirler. Ancak gerçek toplumsal devrimci bir hareket ortaya çıktığında ben de dahil her bireyin "anarşi kavrayışını" gözden geçirmesi gerekecektir.

S. CAN

yaratıcı ve yıkıcı dürtü(ler) üzerine...

Aşağıdaki yazılar yakın geçmişte (1999 sonları) Ankara anarşistlerinin örgütlenme deneyimlerinden birisi sırasında yazılmıştı; "dün" olduğu kadar "bugün" ve "yarın"a ilişkin de açılımlar taşıdığı söylenebilir...

(öncelikle... "gerçek: içkisiz anlarda ortaya çıkan bi' yanılsamadır.")

gerçeklik bizleri verili olanı sorgulamadan yaşamaya zorluyor... aile bağlarımız, işlerimiz, bireysel kaygılarımız yaşamımızı kökten değiştirmeye dönük adımlar atmamızı engelliyor çoğu zaman. bireyin kendisini "gerçeklik içinde" tatmin etme isteği beyninde oluşturduğu yani teorik anlamda kendisini "gerçekten inandırdığı" ideal(ler)i yaşamasını engelliyor. bu yüzden kendisine yapay kaçış yolları arıyor birey(ler), bildik toplantılar-bunu konuşmak için "bi gün belirleyelimler" yaşamı paramparça ediyor. "bi zaman belirlemek"; oysa şimdiden başka gerçeklik yoktur ve her "ertelenen zaman" gerçeklikten bir kaçış yoludur.

devrimin imkansız olduğuna inanıyorum, daha doğrusu anarşinin. "devrim(ler)" yaşanabilir bir gün-ama anarşinin HİÇ GERÇEKLEŞMEYECEĞİNİN FARKINDAYIM. yine de bu beni yıldırmıyor-çünkü ben buna inanıyorum, insanın kendisini "tek" gerçekleştirme yolunun kendisinden geçtiğine inanıyorum. bunun imkansızlığına inandığımdan daha fazla inanıyorum anarşiye!

hepimiz gerçekliğe bir yerlerinden tutsağız... işte ben bu satırları yazarken klavyemin yanındaki bira şişesini inkar etmiyorum çünkü bunun bi' kaçış olduğunu biliyorum, bi çaresizlik göstergesi olduğunu belki de. peki siz bu satırları okuyanlar farkında mısınız kendi esaretinizin, mesela kendi sigara tutkunuzun, kendi TV tutkunuzun, kendi "sanat" tutkunuzun, kendi "GERÇEKLİK" tutkunuzun, kendi yaşamınızı SIRADAN İNSANLAR gibi yaşarken diğerlerinden farkınız olmayışınızın... o zaman deyin ki (diyelim ki) "biz kimseden farklı değiliz"; biz yalnızca OYUN OYNUYORUZ. biz yalnızca kendi egomuzu tatmin ediyoruz -ki ben kendi egosunu tatmin edenlere de inanırım!- o zaman deyin ki (diyelim ki) bizim "varolanı yıkmak" gibi bi' kaygımız yok, bizim verili olan içinde kendi yaşamımızı sürdürmek kendi hobilerimiz yaratmak kendi "sosyal-klübümüzü" oluşturmak "kendimize benzer" bi' dost çevresi edinmek "bu sınırlar içinde ve OLABİLDİĞİ ZAMAN bu sınırları zorlayarak" yaşamak gibi bir kaygımız var. deyin ki (diyelim ki) kendimizi kandırmayalım beni evde annem bekliyor, sevgilim karım kocam bekliyor çocuğum bekliyor-bunlardan kopamam... deyin ki (diyelim ki) biz bi' "sosyal klüp" olabiliriz ancak ya da öyle davranıyoruz gerçeklikte ya da geçmişimizden gelen önyargılarımız, hayal-kırıklıklarımız, "korkularımız" bi' adım ötesini atmamızı engelliyor... çünkü düşünmekle yapmak arasında deriiiin bir uçurum vardır!

tekrarlar tekrarlar...

(unutmadan... ScarLaTiNa, Hemingway ve Underground'ın senaryo yazarından alıntılar yaptım.)
gerçeklik bizleri verili olanı sorgulamadan yaşamaya soruluyor... aile bağlarımız, işlerimiz, bireysel kaygılarımız yaşamımızı kökten değiştirmeye dönük adımlar atmamızı engelliyor çoğu zaman. bireyin kendisini "gerçeklik içinde" tatmin etme isteği beyninde oluşturduğu yani teorik anlamda kendisini "gerçekten inandırdığı" ideal(ler)i yaşamasını engelliyor. bu yüzden kendisine yapay kaçış yolları arıyor birey(ler), bildik toplantılar-bunu konuşmak için "bi gün belirleyelimler" yaşamı paramparça ediyor. "bi zaman belirlemek"; oysa şimdiden başka gerçeklik yoktur ve her "ertelenen zaman" gerçeklikten bir kaçış yoludur.

hepimiz gerçekliğe bir yerlerinden tutsağız... işte ben bu satırları yazarken klavyemin yanındaki bira şişesini inkar etmiyorum çünkü bunun bi' kaçış olduğunu biliyorum, bi çaresizlik göstergesi olduğunu belki de. peki siz bu satırları okuyanlar farkında mısınız kendi esaretinizin, mesela kendi sigara tutkunuzun, kendi TV tutkunuzun, kendi "sanat" tutkunuzun, kendi "GERÇEKLİK" tutkunuzun, kendi yaşamınızı SIRADAN İNSANLAR gibi yaşarken diğerlerinden farkınız olmayışınızın... o zaman deyin ki (diyelim ki) "biz kimseden farklı değiliz"; biz yalnızca OYUN OYNUYORUZ. biz yalnızca kendi egomuzu tatmin ediyoruz -ki ben kendi egosunu tatmin edenlere de inanırım!- o zaman deyin ki (diyelim ki) bizim "varolanı yıkmak" gibi bi' kaygımız yok, bizim verili olan içinde kendi yaşamımızı sürdürmek kendi hobilerimiz yaratmak kendi "sosyal-klübümüzü" oluşturmak "kendimize benzer" bi' dost çevresi edinmek "bu sınırlar içinde ve OLABİLDİĞİ ZAMAN bu sınırları zorlayarak" yaşamak gibi bir kaygımız var. deyin ki (diyelim ki) kendimizi kandırmayalım beni evde annem bekliyor, sevgilim karım kocam bekliyor çocuğum bekliyor-bunlardan kopamam... deyin ki (diyelim ki) biz bi' "sosyal klüp" olabiliriz ancak ya da öyle davranıyoruz gerçeklikte ya da geçmişimizden gelen önyargılarımız, hayal-kırıklıklarımız, "korkularımız" bi' adım ötesini atmamızı engelliyor... çünkü düşünmekle yapmak arasında deriiiin bir uçurum vardır!

PEKİ YA ANARŞİ NERDE KALDI?

(son olarak... "hiçbir yazıda gerçek yok. gerçek yalnızca yaşamda var.")

ridendo dicere severum*

yaratıcı ve yıkıcı dürtü(ler) üzerine...

"pirimizin" dediği gibi yıkıcı dürtünün aynı zamanda yaratıcı bi' dürtü olduğunu tekrarlayarak başlamak bildik bi' tarz olsa da, biraz konformistlik yapıp geleneği bozmamayı tercih ediyorum... anarşizm yıkıcılıkla öylesine özdeşleşmiştir ki, o varolduğundan beri bütün düzen karşıtlarını anarşistlikle suçlamak sıradan bi' alışkanlık halini aldı. bu birçoğumuzun hoşlanmadığı durum, aslında içinde sıkıntı verici bi' doğruluk payı da taşır; çünkü varolanı yıkmadan -en azından bi' şekilde buna çabalamadan- yaratılmaya çalışılan her "yaşam alanı" verili olana tutsaklık bağlamında ayakta kalabilir ancak. oysa "anarşistlerin yaşam alanları" yalnızca, kendi içinde ve bundan daha çok dışarıya karşı yıkıcı eylemler üzerinden gelişebildiği ölçüde ayakta kalabilir. varolan içinde gizli kapılar bulup, bu kapılar ardındaki odalarda yaşamak bi' bakıma düzenin de işine gelir; yeter ki bu kapılar ardında ne olduğunu diğerleri görmesin! zaten aslında bütün bu gizli odaların pencereleri değil sadece kapıları vardır düzene açılan. ve bu kapılar olmasa içerdekiler havasızlıktan göçüp giderler hayattan.

anarşistlere "geleceğe dair ne düşünüyosunuz?" ya da "nasıl bi' toplum planlıyorsunuz?" türünden sorular sorulduğunda alınan belirsiz yanıtlar gerçeklik tutsaklarıyla politikacıları hayal kırıklığına uğratır. bu belirsizliğin nedeni düşüncenin kendisinin bulanıklığından çok geleceğe ipotek koymama kaygısıdır, sonraki insanların özgürlüğüne ipotek koymama kaygısı. onlar belirsiz bi' gelecek tasarısı yerine yaşamı bugünden dönüştürme yolunda adımlar atma taraftarıdırlar, yaratıcı ve (olması gereken içgüdüsel bir tercih olarak) bundan daha çok YIKICI adımlar... şurası doğrudur ki YIKICILIK anarşizme ilişkin bi' dürtüdür ve "yıkıcı dürtü" olmaksızın anarşizm -şahsen hiç de hoşlanmadığım marx'ın deyimini doğrular şekilde- bi' sınıfın insanlarının kendilerini tatmin etme aracı olarak kalmaya mahkumdur. yıkıcı dürtü olmaksızın anarşizm maddi refaha ulaşıp manevi tatminden yoksun kalmış insanların üretim (yaratım) içgüdülerini tatmin aracından başka bi' şey olmayacaktır. yıkıcı dürtü olmaksızın anarşizmin hiçbi' ideolojiden farkı kalmayacaktır!

_________________________
* "gülerek acı olanı söylemek"
"anarşistlerin işleri"

1. BAP

bi' anarşistin "işi" nedir? bi' anarşistin işi teorik anlamda olabildiğince yıkıcı bağlamlardan konuşmak, yaşamsal anlamda "sözümona" olabildiğince kopuk bağlamlarda yaşamaktır... teorik olarak GERÇEKLİKLE HİÇBİ' BAĞLAMDA KESİŞMEYECEK DÜŞÜNCELER ÜRETİP gerçeklik üzerinden mücadele etme iddialarını baltalamaktır; ya da yaşamsal bağlamda gerçekliğin çöplüklerinde başkalarının lanetleri içersinde (ve aslında çoğu yerde lanetlenmeyi de hak ederek) yaşamaktır.

2. BAP

bi' anarşistin "işi" nedir? bi' anarşistin işi DÜZENİN SINIRLARI içinde kendi "üretim" (yaratım) alanlarını oluşturmak, kendi dost çevresi içinde kendi (el) sanatsal ürünlerini üretmek -zaman zaman pazarlamak-, "güvenli kapılar" ardında yaşamdan kopuk teorik tartışmalar yapmak, bütün bunlar üzerinden bilinmez bi' geleceğe ya da alt-edilmez bi' şimdiye ilişkin TEORİK tartışmalar yürütmektir... kendi dost çevresinin rahatça hareket edebileceği -mümkünse- legal bi' kurumsal yapı içinde kendi kendisini tatmin etmektir -ki (önceden de dediğim gibi gerçekten de) ben kendi egosunu tatmin edenlere de inanırım!- ama itiraf etmeliyim ki bence bu, varolanı değiştirme üzerine hiçbi' iddia taşımayan bi' pratiktir. "yaşam alanı"nın -bile- dışında sapasağlam ayakta duran "varolanı" yıkma iddiasından uzak bu ve benzeri pratikler gerçeklik içinde sönümlenmeye mahkumdur.

Ikra!*

3. BAP

bi' anarşistin "işi" nedir? bi' anarşistin işi YIKIMDIR! "iş" şeklinde tanımlanan şey verili iktidar ilişkilerinin yıkımından başka bi' şey değildir. üretim bağlamında bi' iş her ne koşulda olursa olsun varolanı sürdürmekten öte bi' anlam taşımaz. üretim süreci varolan içinde, herhangi bi' şekilde doğrulanan-doğrulanması gereken bi' zorunluluk alanı içinde kendisini var eder. üretim kaçınılmaz biçimde tüketim, dağıtım ve "pazarlama" mekanizmalarının içinde yer almalıdır. kapitalizmin hedefi daha fazla "tüketim"den çok daha fazla üretimdir; çünkü tüketim üretimin bir sonucudur ve üretim sürecinin kendisi ona dahil olanlar, ona hizmet edenler ve hizmet etmeye zorlananlarla birlikte VAROLANIN -yeniden ve yeniden- üretimini ve (dolaysızca) DÜZENİN SÜREKLİLİĞİNİ garanti eder. her ÜRETİM iddiası, taşıdığı içsel niyetleri ne ölçüde "saf" olursa olsun bütün bağlamlarda kapitalizmin devamlılığına hizmet eder... oysa anarşizm verili toplumsal ilişkilerin devrimci amaçlar bağlamında yok-edilmesini savunur; toplumsal, politik ve ekonomik iktidar ilişkilerinin yıkımı üzerinden bi' sorgulamayla hayat bulur. bi' anarşistin "işi" insanların, kadınların ve erkeklerin binlerce yılın kendilerine aşılamış olduğu sürü-güdülerinden ve alışkanlıklarından kurtulmaları, özgürce düşünmeyi ve hareket etmeyi öğrenmelerine yardımcı olmaktır. bi' anarşistin "işi" devlet iktidarının, kapitalizmin, erkek-egemen iktidar biçimlerinin, insanın doğa üzerindeki egemenliğinin karşısında mücadele etmektir; bunun için hiyerarşiden uzak örgütlenmeler oluşturmaya çalışmak -varolan her gerçeklik alanı içersinde yıkım için mücadele etmektir. bi' anarşistin "işi" YIKIMDIR!


aslında suyu dalgalandırmak isterdim ama yazdığım her sözcüğün onu bulandırmaktan başka bi' işe yaramadığını da biliyorum...

(nietszshe, bakunin, luka (incil'e gönderme), muhammed mustafa ve malatesta'dan alıntılar - ama yine bunlardan birinin de dediği gibi "biz insanları değil, düşünceleri takip ederiz")

* "Oku!" (Alak Suresi, 3. ayet)

BATUR ÖZDİNÇ

 

> E "? o ( n o ) m i k" r i Z <

Son dönemde büyük küçük herkes bu krizden bahsediyor... "ulan amma klasik bir cümle oldu; haydin rasgele"
Bu dönem aslında devlet ekonomisinin bir süre sonra çökeceğini bize deneysel olarak kanıtladı...
Esnaflar, işçiler, memurlar bu süreçte sokağa çıkıp eylem koymayı düşüne dursunlar; bu sırada "Mezar soyguncuları"(Sistem yavşakları) yeni yepyeni bir ekonomik paket hazırlamayı planlıyorlar. Bu arada bu işi o kadar ciddiye almışlar ki, taaa uzaklardan üst düzey mezar soyguncusu "Kemal Bey'i" getirdiler.
Eee getirdiler de ne oldu?
Aslında bunu mezar soyguncusu olmadan kestirmek zor ama yüksek müsaadenizle tahmin hakkımı kullanmak istiyorum...
Ne mi? Olacak? Bir ekonomik paket hazırlanacak ve yine kemerler sıkılacak. (bu arada kemerleri sıka sıka bir deri bir kemik kaldık) İnsanlar sokaklarda açlıkla yüz yüze gelecek...
Bunlar daha iyi şeyler veee... Dünya tarihinde bir ilk olarak Türkiye icraya verilecek (bu konuyu açmaya kalkarsak fasikül yazmış oluruz. Ben de fasikül yazmak istemiyorum) daha da kötüsü açık pazar haline gelecek... (aslında çok kapsamlı bir konu, sadece kısaca deyinmek zorundayım)
Esnaf, memurlar ve işçiler ne yaptı?
Bunca yıl bana dokunmayan yılan bin yaşasın mantığıyla yaşayan arkadaşlar yılan dokununca ayaklandılar, hani o iç düzenin koruyucuları arkadaşlarla çatıştılar. Bundan 3 ay önce sözde iç düzen koruyucusu polislerle çatıştığımız zaman bizi aforoz edenler şimdi sokaklarda saflarını tuttular. "Çok geç oldu ama"
Bu arada halkın ve benim anlamakta güçlük çektiğimiz bir ton sözcük dönüyo... Bırakın sözcükleri, bırakın iktidarı (şaka yaptım), Bırakın Bize Yıkıp Yeniden Kuralım...
Bunca yıl sesinizi çıkartmadığınız sistem "cici sistem" şimdi sizden kıçınızdaki donu istiyor...
Eğer saf tutacaksan tut, zaman kalmadı...
Sen de anarşiye güç ver...
Ekonomi: Düzeltseler ne olur ki? Yine bozulur, hortumlanır.
Para: Nedir ki? Kanlı kağıt parçası.
Devlet: Ne eksende olursa olsun yıkılması gereken topluluk. punkAkankA

RATYO TİYATROSU
OLMUYO AMA ABİLER!!!

1. BÖLÜM - Ortamda Bariyer mi Var?

1986'dan beri bu memlekette anarşizm diye bişey var değil mi? Var. Taa o zamandan beridir hep bi kaç kıl adam yaş ya da deneyim geyiği ile birilerini kafalıyor, eziyor, kendine garip çıkarlar sağlıyor, ama anarşistlik yapmıyor!!!

Son dönem yetişen gençlik ise, herşeyden olduğu gibi fason anarşizmden de sıtkını sıyırdığı için, uyuşturucu-alkol ya da depresyon yöntemlerini kullanarak kendine kaçış noktaları yaratıyor. Dahası bu insanların arasında anarşizme ilgi duyanların sayısı hiç de az değil. Ama bizim çok bilmiş arkadaşlarımız herkesi bir bakışta analiz edebildikleri için, kısa bir eleme ile bu kişilere anarşizmin çıkış kapısını gösteriveriyorlar. Tabii ki herşeyin en iyisini onlar biliyor ama naçizane bir önerim olacaktı: Tonlarca sorunun karşısında tek başına çözüm arayan insanlara "anarşist" bir yöntemle yardımlaşma örgütlenmesi -yani ekonomik ve yaşamsal bir örgütlenme- kurulamaz mı?

Aileleriyle sorun yaşayan, askere gitmek istemeyen, parası olmadığı için sefalet içinde yalnız kalmış öyle çok anarşist tanıyorum ki, neredeyse hepimizin böyle yaşadığına inanacağım. Tabii ki böyle değil ama nerede dayanışma ruhu, nerede anarşist örgütlenme çalışmaları? Tısss.

Arkadaşlar, çoğalmak tek başına bir şey ifade etmiyor. Bir kenarda toplantılar, tartışmalar sürerken, diğer tarafta alternatif yaşamımızın basamaklarını döşüyor olmalıyız. Biliyorum, ha deyince olmaz böyle işler, fakat bu kaçınılmaz bir şeydir ve insanların alternatifleri olmadığı sürece askere de gidilecek, sokakta da yatılacak. Sanırım birkaç kişi "Ulan herşey bitti milletin midesini de biz mi doyuracağız?" diyecektir. Bunu söyleyen arkadaşları canı gönülden kutlamak isterim, zira egosantrizmin ve "Her koyun kendi bacağından asılır" şiarının yılmaz savunucusu olmaya adaydırlar. Benim yanıtım da şudur; evet, anarşistlerin açlığı da, çaresizliği de beni ilgilendirir. Senelerdir Anarşi propagandası yaptığımız, özgürlük yoluna davet ettiğimiz insanlar, sorunları olması halinde kiminle dayanışacaklar peki? Ya da ben bir soru sorayım; "Bırakın anarşistleri; tinerciler, evsizler, işsizler, bizim ilgi alanımıza girmez mi?" Yoksa bizler de çelik iradeli, kendi başına iş bitirebilen ari insanlarla mı yol alacağız, aramızda handikaplı insanlara yer yok mu?

Bahsettiğim şey, sıkça şahit olduğumuz anarşi etiketli asalak yaratıklara kucak açmak değil; anarşistlerin organik ilişkileri ve karşılıklı güveni yaratabilecekleri bir "kurgu" ihtiyacının karşılanması. Bu sayede birçok anarşist gündelik sorunlarla (iş, aile, patron...) daha pratik biçimde baş edebilir ve yaratıcı özgürlüğünü ortaya çıkartabileceği bir alana sahip olur. Adına komün, otonom ya da ne derseniz deyin, bizim ihtiyacımız olan şey böyle bir mekanizmanın yaratılmasıdır. Üstelik bu mekanizma kullanılarak eski-yeni (?), deneyimli-çaylak, genç-yaşlı... anarşistler arası ayrımın da önüne rahatlıkla geçme fırsatı doğacaktır (elimden geldiğince bireysel hırsları, kamplaşmaları... vs. sorunları göz ardı ederek, iyi niyetli bir biçimde düşünmeye çalışıyorum!) ve dahası demir tavında dövülecektir.

Bugüne kadarki genel hava, anarşistlerin para kullanılmayan, paylaşımcı bir dünyada yaşıyor olduğu?! Ama hayat hiç de böyle yürümüyor maalesef. Lisede okumak istemeyen anarşistlerin barınma ve diğer ihtiyaçlarını karşılamak için, o işkencehanelere, sırf aileleri kendilerini evden atmasın diye gittiklerine de şahit oluyoruz! O zaman şöyle seslenelim bu arkadaşlara: " Okula gidip kendinizi zehirletmeyin!". Eee, hepsi bu kadar mı? Hiç bir öneri, yardımlaşma teklifi, yaşama olanağı sunabilecek miyiz? HAYIR! Diyebileceğimiz tek şey şu olacak demek ki : "Başınızın çaresine bakın, biz lafı söyler rahatımıza bakarız..."

Peki bakalım rahatımıza... Yalnız, benim aklımın ermediği bir şey var; bu kadar çağrıya maruz kalıp, anarşist düşüncenin dinamiğine dahil olan hiç kimse bir gün olsun gelip kafamızı kırmadı. Durum gerçekten de tuhaf. N'oolur birisi gelip kızsın, bağırsın bize.

Neyse boş verin dostlar, nasıl olsa bizde laf çok, bir 20 sene daha anarşist çağrılarla vakit geçirebiliriz. Üstelik yaş ve deneyim avantajımız olduğundan kimsecikler de bize hesap soramaz, el elde, baş başta yaşar gideriz değil mi? Yok yaw, ben sıkıldım artık konuşmaktan, bana atölye falan lazım. Aranızda atölyesi olan varsa, bana da ufak bir yer versin de, ben orada yaşlanayım.

Çok bilmiş insanlar bunları okuduktan sonra hemen şu geyiğe de başlarsa hiç şaşmam; anarşistler iş bulma kurumu oluşturacaklarmış. Ulan sizin gibi laf ebelerine inat, o işi de yaparım. Danalar, mandalar sizi gidi... Bu güne kadar ne bok yediniz de caka satıyorsunuz? İş delikanlılıkla, retorikle falan çözülmüyor. Bize yeni bir hayat lazım, yeni laflardan önce. Eğer söylediklerimizi yaratamazsak, her gün yeni birileri şeriatçı, faşist, kapitalist ya da totaliter ordulara dahil olacak.

Soru şu: Anarşistlerin devrim anlayışı, örgütlenmesi ve özgürleşme çağrıları neye hizmet eder? 1000 kişilik silahlı bir grupla darbe yapıp özgürlüğümüzü mü ilan edeceğiz? Böyle bir şeyin saçma sapan bir komedi olduğunu herkes biliyor. Şu durumda yine başa dönüyoruz, anarşist örgütlenme; bağlarından kopma ve anarşist ilişkiler ağını örme niyetindeki insanların düşünsel birlikteliği ve yaşamsal (ev bark, iş, şu bu...) bağlarıyla oluşur, kelimelerin tınısı ile değil.

Samuel Eleventiger

ANARŞİZM 21. YÜZYILA MEYDAN OKUYOR!

Uzunca yıllar sonra anarşizm kara gölgesi tüm yeryüzünde belirdi yeniden. Kapitalizmin merkezi ve gözde kentleri başta olmak üzere anarşistler tüm dünyada eylemleriyle ortalığı kasıp kavuruyor. Bu gelişim, 19. yy. sonlarında serpilip geçtiğimiz yüzyıl başlarında özellikle İspanya'da gerçekten toplumsal bir harekete dönüşen tarihsel geçmişimize yakın bir başka toplumsallığı yeniden yakalayabilecek mi-zaman gösterecek. Bu yazıda fazlasıyla genel hatlarıyla, ortalığı kasıp kavuran bu hareketin bölgesel ve yerel kökenleri ve yönelimlerinden söz etmeye çalışıcam.

Herşey J18'le başladı... Londra merkezli J18 (June 18-Haziran 18/1999) temelde anti-otoriter grupların aynı günde farklı yerlerde, farklı biçimlerde anti-kapitalist eylemler gerçekleştirmelerine dayalı bir hareketti. Hareketin otonomist, yerel, kendiliğinden, anti-hiyerarşik ve hepsinin belirleyicisi anti-otoriter tarzı, J18 sonrası ses getiren benzeri bütün eylem günlerinin de önceli oldu. Eylem, farklılık ve çoğulculuğun getirdiği zenginliğin (çeşitliliğin), egemenlerce geliştirilen hızlı iletişim araçlarının (bildiğiniz gibi internet ilk şekliyle Pentagon tarafından geliştirildi) katkısıyla örgütlenmesi sayesinde gerçekleştirildi. Böylece alttan alta yayılan ve "örgütlenen" anarşizm, ete kemiğe bürünmüş şekilde egemenler karşısında boy göstermiş oldu. Bir gün içinde Londra'da, McDonalds'ın işgalinden yüzlerce bisikletlinin kent trafiğini altüst etmesine, köprü işgalinden mitinglere değin yüze yakın eylem yapıldı. Kendilerini "anti-kapitalist" olarak vurgulayan ve tanıtan anarşistler, sonradan Seattle, Washington, Davos, Melbourne, Prag ve Nice'de kendi deyimleriyle "kapitalizme karşı gündelik mücadelelerini" sürdürdüler.

Uluslararası anarşist hareketin iki farklı eğilim (veya başka bir açıdan iki farklı "uç") arasında şekillendiği söylenebilir. Bunlardan birincisi, yeşil anarşizm (green anarchism) veya eko-anarşizm adıyla tanımlanan, en aşırı ucunda teknoloji ve uygarlık karşıtı ilkelciliğin (primitivism) bulunduğu anlayış; diğeriyse ideolojik olarak tarihsel kökenleri çok daha eskilere dayanan anarşist-komünist veya liberter komünist ("özgürlükçü"-liberter sosyalist) şeklinde tanımlanan, en aşırı ucunda emekçilerin öz-yönetimine dayalı yaşam pratiğini savunan anarko-sendikalizmin olduğu yaklaşım. Anarşistler farklı gruplar olarak, bütün bu ideolojik ve yaşamsal renklilik içinde, iktidar kavgalarının -olabildiğince- uzağında biraraya gelmeyi becerdiklerini gösterdiler, gösteriyorlar. Eylemler üzerinden gerçekleşen geçici birlikteliklere dayalı anti-kapitalist ve anti-otoriter (kısaca anarşist) "Kara Blok"lar, bunun somut örneği olarak J18 sonrası hemen bütün olaylarda varlık buldu ve ortalığı sarstı. Dünya ölçeğindeki genel tanımlamalardan daha bölgesel ve yerel ölçeğe inecek olursak sanırım öncelikle Britanya'dan bahsederek başlamam gerekir. Britanya'daki anarşist hareketin ağırlıklı olarak yeşil anarşistlerden oluşan, doğrudan eylem yeteneği gelişkin bir yaklaşım sergilediğini söylemek mümkün. Özellikle Reclaim the Streets! (Sokakları Geri Alalım!) adı altında örgütlenen, J18 ve ardından 2000 1 Mayıs'ında Guerilla Gardening (Gerilla Bahçeciliği) eylemleriyle ses getiren anarşistler, ayrıca Anarchist Federation (Anarşist Federasyon-eski adıyla Anarchist Communist Federation) vb. adlar altında da örgütlüler. Britanya, özellikle Londra, Avrupa'daki anarşist hareketin kalelerinden birisi. Batıda, İrlanda'da da anarşist hareketin etkisi hissediliyor; sesini duyurmayı başaran örgütler arasında, platformist geleneği savunan Workers Solidarity Movement'dan (İşçi Dayanışma Hareketi) bahsedilebilir.

Manş tünelinin Kıta Avrupa'sına geçtiğimizde Fransa'ya geliyoruz. Fransa anarşizmi Britanya'ya kıyasla daha sendikalist öğeler taşıyor. CNT'nin iki farklı grubu, CNT_AIT ve CNT_IWA dışında, esnek ancak etkili bir örgütlenme oluşturan Fransızca-konuşan Anarşistler Federasyonu'ndan da (Federation Anarchiste Francophone) söz etmek gerekiyor. Federasyonun Paris'te yayın yapan bir radyosu Radio Libertaire dışında, yayın organı Le Monde Libertaire de ses getiriyor. Fransız hareketinin dikkate değer örgütlerinden birisi de "özgürlükçü sosyalist" grup Alternative Libertaire (Özgürlükçü Alternatif). Federasyon yapısı içinde bütün bu gruplardan anarşistler bulunuyor. Geçtiğimiz yıllarda gelişen işsizler hareketi anarşistler için iyi bir mücadele pratiği olmuştu.

Sırada "efsanevi" İspanya var; İberik Yarımadası'nda artık CNT'den çok reformist takılan CGT (Confederacion General del Trabajo-Genel Emek Konfederasyonu) bulunuyor. Ayrıca anarşist gençlik örgütlenmesi Juventudes Libertarias (Özgürlükçü Gençlik) da etkili. Akdeniz anarşizminin bir özelliği olarak heyecan ve doğrudan eylemden bahsedilebilir. Geçtiğimiz aylarda İspanya'da iki anarşist faşist gazete bürolarına bombalı mektup gönderdikleri iddiasıyla gözaltına alınmıştı; iddiaları kanıtlayamayan iktidar bir süre sonra serbest bırakmak zorunda kaldı. Benzer şeyler İtalya için de geçerli; 90lı yılların ortalarında bir grup İtalyan anarşisti soygun için çete oluşturdukları suçlamasıyla tutuklandı. İtalya'daki Anarşist-Komünist Federasyon'un (Federazione dei Coministi Anarchici) pek ilgilenmediği bu olay, zaman zaman anarşistlerin bombalı eylemler gerçekleştirmelerine kadar tırmandı (Devrim İçin Anarşistlerin Birliği adıyla). Şiddete dayalı doğrudan eylemliliği savunan (kendi tanımlamalarıyla) "isyancı" (insurrectionist) anarşizm karşı kıyımız Yunanistan'da da yaygın. Mora Yarımadası'nda "anarşist" sözcüğü birilerinin dudağını uçuklatmaya yetiyor. Molotoflamalar, bombalamalar buradaki hareket için sıradan şeyler. Atina ve Selanik'te oldukça etkisi hissedilen anarşistler son zamanlarda yine bir bombalama eyleminden dolayı tutsak olan Nikos Maziotis'i "sokaklardan" destekliyor. Askerlik ve ordu karşıtı total-redci hareket ise yakın zamanlarda çıkan "sivil hizmet" yasasıyla biraz duruldu. Önceden periyodik olarak çıkan, Atina merkezli Alpha adlı anarşist haber gazetesi kapandı. Devrimci Hücreler, İktidara Karşı Savaş, İtaatsiz gibi birçok anarşist ve doğrudan eylemci grubun bulunduğu Yunanistan'da anarşistler gerekli durumlarda ortak birliktelikler oluşturma refleksine de sahipler. Bütün bu hareketliliğine karşın Yunan anarşizmi dışarıya oldukça kapalı bir kutu izlenimi veriyor.

Balkanlarda, Bulgaristan, Romanya, Makedonya, Arnavutluk gibi ülkelerde daha çok gençlerden oluşan küçük gruplar bulunuyor ('99'da Bükreş'te bir barda bana ismi gülünç gelen anarşist bir örgütün kurulduğunu duymuştum: Kara Fareler). Sırbistan'da (eski Yugoslavya) halen faaliyetini sürdüren, özellikle savaş dönemlerinde sesini duyurabilen Kara Kadınlar (Women in Black) grubu önem taşıyor. Budapeşte'de 90lı yılların sonunda etkinliğini arttıran anarşist bir grup bulunuyordu (Atonomia-Otonom). Ayrıca işgal evleri denemeleri de son yıllarda hız kazandı.

Balkanlar'dan Orta Avrupa'ya doğru uzanalım; Çek anarşizmi dikkate değer bir gelişim içerisinde. Çek Anarşist Federasyonu geçtiğimiz yıllarda bir bölünme yaşamıştı; Çek Sosyal Anarşistler Federasyonu ve Solidarita (Dayanışma) adlı grupların federasyondan ayrılmasıyla 3 farklı eğilim ortaya çıktı. Geçen yılki Prag eylemleri öncesinde işgal evleri mücadelesinde de devletle karşı karşıya gelinmişti. Ayrıca hem Slovakya ve hem de Çek Cumhuriyeti'nde aktif olan Çekoslovak Anarşist Federasyonu adlı federatif anarşist bir yapı bulunuyor. Ekonomik açıdan en güçlü eski Doğu Bloku ülkesi Polonya'da ismini duyurmayı başarabilmiş bir anarşist federasyon bulunuyor. Çek anarşistlerinin yaşadığının benzeri bir bölünmeyi engelleyebilen Polonyalılar (Lehler), Krakow, Varşova gibi kentler dışında ülkenin farklı birçok bölgesiyle etkileşim halindeler. Rusya, Ukrayna ve Beyaz Rusya'da (Belarusya) anarşist gruplar var; Rusya'da son yıllarda birazcık duraksama olsa da anarşizm yayılıyor. Ancak özellikle Rusya ve Beyaz Rusya'da yoğun polis ve gizli-servis baskısıyla karşılaşılıyor.

Avrupa'nın belirleyici ülkelerinden Almanya'da otonomist-anarşist bir geleneğin izleri gözleniyor. İşgal evleri geleneği, punk hareketi, yeşilci hareket, anti-faşist mücadele, hareketin çizgisini belirliyor. Burada anarşistler yabancı düşmanlığına karşı mücadele sürecinde sokaklarda faşistlerle sıkça karşı karşıya geliyorlar. Federatif ve sendikalist örgütlenme çabalarının yeterince etkili olduğu söylenemez. İsviçre, Belçika ve Hollanda gibi ülkelerde de kısmen Fransa ve Almanya'dan etkilenen bir hareketlilik gözlemleniyor. Hollanda sıkı bir işgal evleri geleneğine sahip; yakın zamanda işgalcilerin devletle başı yine derde girmişti. Danimarka'da da benzeri otonomist-anti-faşist grupların ağırlığı var. Bu ülkelerle birlikte daha kuzeydeki İsveç, Finlandiya ve Norveç'te yeşil hareket de yaygın. Yeşil anarşizmden etkilenen Earth First! (Önce Yeryüzü!) ve "cephe örgütlenmeleri" ALF (Animal Liberation Front-Hayvan Kurtuluş Cephesi), ELF (Earth Liberation Front-Yeryüzü Kurtuluş Cephesi) ABD, İngiltere, Danimarka, Hollanda, Çek Cumhuriyeti vb. ülkelerde doğrudan eylemlilikler düzenliyor. Kuzey Avrupa'daki anarşist hareket de Orta Avrupa benzeri anti-faşist/ırkçılık-karşıtı öğeler taşıyor. İsveç'te anti-faşist olduğu kadar anti-kapitalist, cinsiyetçilik ve homofobi karşıtı olan AFA (Anti-Faşist Eylem) geniş bir örgütlülüğe sahip. Ayrıca "anarşizm" sözcüğünü kullanma konusunda ABD, Fransa ve İspanya'daki benzerleri gibi temkinli davranan SAC (Syndikalisterna-Sendikalistler/İsveç İşçileri Merkez Örgütü) adlı anarko-sendikalist grup da tanınıyor. Benzeri anarko-sendikalist yaklaşımların egemen olduğu Finlandiya'da, "sivil hizmet"i reddettikleri için belirli bir süre tutsak edilmeyi göze alan total redci tutsaklar da bulunuyor. Yine bu kuzey ülkelerinde sıkı bir anarka-feminist kültürün varlığını da unutmamak gerekir.

Avrupalıların 15. yy'da "keşfettiği" Kuzey Amerika'ya geçelim. Bundan çok değil 4-5 yıl önce ABD'li bir anarşiste ordaki hareketin durumunu sorduğumda "etrafta çok anarşist var, ancak kimisi ırkçılık karşıtı, kimisi evsizler, bazısı da hapishane karşıtı hareket içinde dağılmış şekilde mücadele ediyor" yanıtını vermişti. Son gelişmeler ABD anarşistlerine de örgütlenme gerekliliğini dayattı; geçen yıl Kara Blok adı altında eylemlilik üzerinden örgütlenen anarşistlerin bir kısmı tarafından kurulan NEFAC (Northeastern Federation of Anarcho-Communists / Kuzey Doğu Anarko-Komünistler Federasyonu) etkili ve başarılı bir biraradalık sağlayabildi. Bu grubun bir özelliği de "sınırlar-ötesi" gerçek bir birlik oluşturarak Kuzeydoğu ABD dışında Kanadalı anarşistleri de kapsaması. NEFAC dışında Food Not Bombs! (Bomba Değil Aş!), yine Reclaim The Streets! ve anarşist IWW sendikası içinde de anarşistler yer alıyor. Zerzan'ın etkilediği ve eylemlilikler sürecinde de aktif mücadele içinde yer alan yeşil-anarşistler ise daha esnek ve farklı bir anarşizmi savunarak Kaczynski'nin izinden yürüyorlar. Kuzey Amerikalı anarşistler bu yazının yazıldığı günlerde (21-22 Nisan) bu kez Kanada-Quebec kentinde yeni bir "düello"ya girişmişlerdi. "Düello"dan söz etmişken, "içerdeki" anarşist omuzdaşlarımızı da anmak gerekiyor. ABD, Yunanistan, İngiltere, Polonya, İtalya, Finlandiya gibi ülkeler başta olmak üzere bir dolu ülkede anarşist, anti-faşist, anti-militarist ve ekolojist tutsaklar bulunuyor. Bu yoldaşlara yardım ve savunma amaçlı kurulmuş olan ABC (Anarchist Black Cross-Anarşist Kara Haç) örgütlenmesi ABD, İspanya, Polonya, Yunanistan ve birçok başka yerde etkin. (Bu arada bazı ABC örgütlenmelerinin anarşistler dışındaki politik tutsakları da [otoriter devrimciler] desteklediği için eleştirildiğini hatırlatmam gerekiyor.)

Güney Amerika'daki anarşist hareket de olgunlaşma sürecinde. Latin kültürü Kuzey'den oldukça farklı bir dünya; Brezilya, Arjantin, Şili, Peru, Bolivya, Meksika gibi ülkelerde daha çok gençlik hareketi olarak ortaya çıkan bir anarşizm yükselmekte. Brezilya'da bir federasyon kuruldu bile (Federaçao Anarquista Gaucha). Bu bölgede "özgürlükçü sosyalist" ve "sendikalist" gruplar da etkin.

Avustralya ve Yeni Zelanda anarşizminin geçmişi de eskiye dayanıyor. Yeşil hareketin etkisinin hissedildiği ülkelerden Avustralya-Melbourne'deki S11 (11 Eylül-2000) eylemlerinde anarşistler geçici bir birliktelik oluşturmuşlardı. Filipinler, Endonezya gibi ülkelerde anarşizme yine daha çok gençler sahip çıkıyor; punk kültürü belirleyici.

Uzakdoğu'da Japonya, anarşist düşüncenin uzun zaman önce yayıldığı ülkelerden birisi. Doğrusunu söylemek gerekirse Japon anarşizminin şu anki durumu konusunda fazlaca bilgi sahibi değilim. Sesini duyurabilen anarşist bir örgütlenme olmasa da Japon anarşistleri Newroz için Kürt anarşist yoldaşlarına (Kürtçe) kartpostal atacak kadar duyarlılar. Japon anarşizmi daha çok mistisizm, yeşil hareket ve gençlik hareketi biçiminde ortaya çıkıyor. Son yıllarda sendika mücadelesinin ön plana çıktığı Güney Kore'de ise anarşizm henüz örgütlenme aşamasında. Sokaklarda, metroda bildiri dağıtıp anarşist propaganda yapan bir grup var.

Peki şu koca dünya üzerinde, "anarşist" yaşam deneyiminin uygulandığı bir "ülke" yok mu? Şaşıracaksınız belki ama gerçekten de var! Öykü şöyle; Okyanusya'daki birkaç bin kişilik bir adanın kralı, oğlunu okuması için Britanya'ya gönderir. Oxford Üniversitesi'nde anarşizmle tanışan "prens", babasının ölümünden sonra adaya "kral" sıfatıyla dönmek zorunda kalır ve "anarşi" ilan eder! 150 kişilik ordu dağıtılır, adanın "gümrük kapısı"nda pasaportlara vize yerine yaprak basılır vs. Başlangıçta "yabancı" anarşistlerin akınına uğrayan ada, sonradan anarşistlerin kendi aralarında aldığı bir karara göre "kendi haline" bırakılmış. Şu aralar adaya daha çok araştırma amaçlı gidenler oluyor.

Bu yazı burada bitmek zorunda; çünkü hem yerimiz az, hem de ben yeterince "çalışamadım" - kusura bakmayın! Doğrusunu söylemem gerekirse yeni herhangi bir araştırma yapmadan bildiğim-duyduğum kadarıyla doğaçlama bir anlatım-aktarım tarzını tercih ettim. Konuya ilgi duyanların kafasında birkaç bilgi kırıntısı bırakabilmişimdir umarım. Aslında bu konuda uzun ve sıkıcı bir kitap da yazılabilirdi - belki gelecekte bunu da yaparız, kimbilir... BATUR ÖZDİNÇ